DEDEKTİF YADE







DEDEKTİF YADE
Gökyüzü bu sabah oldukça durgundu. Güneş daha doğmamıştı, yıldızları görebiliyordum, gri gökyüzünde. İnsana farklı bir hissiyat bahşediyordu. Bir nevi soğuk bir his, korku gibi bir his. Kafamı gökyüzünden çevirip bahçeme baktım. Karın altında oldukça sakin bir görüntüsü vardı. Bunu hissedebiliyordum. Çünkü benimdi ve bu zamana kadar da benden başka dostu olmadı.
Yalnızım bu evde, kimse uğramaz buraya. Sadece bir arkadaşım var ve o bile çoğu zaman uğramak istemez. Sessizlikten pek haz etmez kendisi lakin ben sessizlikten beslenirim. Bana huzur verir ve kendi sesimi duymamı sağlar. Kalabalıklar pek benim ortamım değildir.
Adım Yade, ben Kantolkan krallığının özel olarak yetiştirdiği bir dedektifim. Önemli olaylar olmadığı sürece kasabada, evimde vakit geçiririm. Ağaçlarıma bakar, onları budarım. Arada sırada gelen bir ren geyiğim var, ona yiyecek bir şeyler veririm. Bana oldukça bağlı bir hayvandır. Ne zaman içime bir huzursuzluk çökse hissetmiş gibi gelir ve beni bulur. Yüzümü o ıslak dili ile güzelce yalar, bana koca gözleri ile bir şeyler anlatmaya çalışır. Tabi ben o ara yüzümü temizlemek ile meşgul olurum. Yine de onun bana olan sevgisine her daim karşılık veririm. Burnunun üstüne kocaman bir öpücük kondurarak.
Bugün de huzursuzdum ama benimki maalesef gelmedi. Gözüm her daim dağların uzandığı yerde dostumu arar oldu ama gelmedi. Başına bir şey gelmemiştir diye kendime umut dolu sözler söylüyorum. Çünkü benimde her insan gibi umuda ihtiyacım oluyor.
Bende bu yüzden kırmızı çiçekli, porselen çaydanlığımı ve küçük fincanımı çıkardım. Karlı bir sabaha sıcacık bir çay ile başlamak istiyordum. Herkes bu saatte evinde, sıcacık yatağında ya da sobalarının başında olur ama ben bahçemdeki sandalyeme oturmuş çay içiyordum. Üzerimde sadece kırmızı, örgü şalım vardı. Gören birisi olsa akıl sağlığımı kaybettiğimi düşünebilirdi.
Kendi kendime de gülmüştüm şimdi, gerçekten birisi görse şu halimi adımı deliye çıkarırlardı. Nede olsa insanlar bir insana sıfat yüklemede oldukça başarılıydılar. Kimse kimsenin içini merak etmez sadece gördükleri ile yetinmeyi seçerdi. Bende insanlar işte derim ve geçerdim.
Ben yavaş yavaş çayımdan yudumlarken içeri sarayın muhafızları geldi. Yüzleri bu soğukta bembeyaz kesilmişti. Hepsi de çayımdan bir yudum içmek ister gibi fincanıma bakıyordu.
"Size de bir fincan sıcak çay verebilirim," dedim, çayımdan son yudumu da alırken.
Sağdaki muhafız, "Sağ olun dedektif Yade. Biz buraya acilen sizi saraya götürmek için geldik. Önemli bir olay var." diye konuştu.
Konuşurken soğuktan dolayı ağzından buhar çıkıyordu. Gözüm ağzından çıkan buhara takılmıştı. Muhafızın yanlış anlamasından çekinerek toparlandım ve soru sormadan hazırlanmaya başladım.
Biliyorum asla cevap vermezlerdi.
İçeriye odama geçtim ve hemen koyu kahverengi pelerinimi üstüme geçirdim. Kısa ve dalgalı saçlarımı elimle düzelttikten sonra kahve gözlerimi öne çıkaracak bir far sürdüm. Kırmızı rujumu da sürdükten sonra hazırdım. Çantamı aldım ve muhafızların yanına gittim.

Kapımı, bahçe kapısını kilitledim ve at arabasına muhafızlardan birinin yardımı ile binmeyi başardım. Arabada giderken kasabalıları seyrediyordum. Hepsi de yavaş yavaş dükkânlarını açıyordu ve çocuklar da anne ve babalarının ellerinden tutmuş okula gidiyorlardı. Her şey normal gözüküyordu.
Arabada otururken birden aklıma Yosun geldi. Neredeyse bir haftadır konuşmuyorduk. Benim bu dedektiflik işinden dolayı bana biraz soğuk davranmaya başlamıştı. Bunun için yapabileceğim bir şey ne yazık ki yoktu. Bir ara onunla bu konuyu konuşacaktım. Sonuçta işim benim için önemli ve ayrıca ben başka bir iş yapamam ki.
Ben derin düşünceler içinde kendimle savaşırken saraya geldiğimizin haberini yanımdaki muhafız verdi. Hemen arabadan indim ve gösterişli sarayın büyük kapısının önünde kendimi hazırladım. Dedektiflik işi dikkat isterdi ve benim bu ara dalgınlığım da üstümdeydi. Kimsenin bunu fark etmesini istemem, yoksa karnımı doyuracak gümüş ve altınlara hasret kalırdım.
Muhafızların peşinden saraya girdim, dışı ne kadar görkemliyse içi de bir o kadar şatafatlıydı. Devasa merdivenler, devasa altın bir avize ve resimler. Krallık her olayın resmini duvarlarına asmıştı. Geçmişe açılan bir pencere gibiydi. Kim o pencereden ayrılabilir ki? Belki de, diye kendi kendime söylendim ve merdivenleri çıkmaya başladım.
Merdivenleri çıktıktan sonra kralın odasının önüne geldik. Odanın önünde birisi vardı. Gözleri ağlamaktan kan çanağına dönmüştü. Uzun boyuna rağmen dik duramıyordu. Duvara yaslanmış ve kısa dalgalı saçlarını elleri ile kaşıyordu. Gergin görünüyordu doğrusu. Kötü ve hatta çok kötü bir şey olduğunu anladım. Genç adama yaklaştım, yaklaştım ve beni fark ettiğinde gözleri gözlerimle buluştu.
"Siz, dedektif Yade'siniz değil mi?" diye sordu. Bitkindi, yüzü oldukça solgun ve elleri gerginlikten titriyordu. Titremesini fark etmemiş gibi yaparak, "Evet benim, sorun tam olarak nedir?" diye konuştum. Gözlerimi asla ellerine odaklamadım ve gözlerinin tam içine doğru bakmaya çalıştım.
"Ben prens Asur, dün gece babamı," dedikten sonra kafasını çevirerek yutkundu. Ben karşımda duranın prens olduğunu öğrenince bir an gerildiğimi hissettim.
"Yade hanım, kralımız maalesef öldü ve ailem bu durumdan oldukça şüpheli. Sizi buraya o yüzden çağırdık."
Şu anda ne diyeceğimi bilemedim. Bu haber ülkemiz için berbat bir haberdi. Asla ama asla bunu beklemiyordum. Karşımda bir prens, oldukça çaresiz görünüyordu ve ülkenin kralı artık yoktu. Ben elimle saçımı yavaşça kaşıdıktan sonra konuşmaya başladım.
"Prensim, odaya girebilir miyim?" diye sordum ve muhafızlar prensin bakışı ile kralın odasının kapısını yavaşça açtılar. İçeriye girip inceleme yapmam gerekiyordu ama ilk defa bu kadar zorlandım. İşimin gerçekten de zor bir iş olduğuna bugün karar vermiştim. Yosun'un haklı olduğuna kanaat getirmiştim ama ben ve dedektiflik kopmaz bağlarla bağlıydık. İstesem de ayrılamazdım.
Düşüncelerimden sıyrıldım ve geniş odaya girdim. İçerisi oldukça toplu görünüyordu. Büyük yatağa yaklaştım. Kral boylu boyunca yatıyordu. Dokunduğum zaman sert ve soğuk tenini hissedebiliyordum. Toprak rengi teni bembeyaz kesilmişti. Bir an ürperdim, yanımda prens olmasaydı belki de o anda arkamı dönüp olduğum yerde kalabilirdim.
"Onu bu sabah fark ettik, bir hastalığı yoktu. Hekimler zehirlenme ihtimaline karşı incelediler ama zehirlenme vakası da değil."
Prens Asur konuştukça ben de kralı inceliyordum. Kısa düz saçları ve keskin bir yüze sahipti. Kısa, siyah sakalı yaşını olduğundan genç gösteriyordu.

"Prens Asur, Bu ölümün sizde neden şüphe uyandırdığını sorabilir miyim?" diye sordum. Cevap vermek istiyordu ama kendisi kralı gördükçe gözlerinden yaşlar akmaya devam ediyordu. "Siz dinlenin, ben incelemeye devam edeyim," dedim. Onu bu halde yormak istemiyordum. Kralın ellerine dokundum, taş gibi sertti. Bu bana tuhaf gelmişti. Kimse bu kadar sert olamaz diye düşünüyordum. Elimi kulak memesine götürdüm ve tıpkı elleri gibi taş kesilmişti. Asla oynamıyordu. Şaşırmış gibi kralı inceliyordum. Parmakları boştu. Boynunda lacivert taşlı bir kolye vardı. Kolyeyi çıkarmak istedim ama tıpkı bedeni gibi o da taş kesilmişti. Asla yerinden oynamıyordu. Krala iyice yaklaştım ve boynundaki kolyeyi incelemeye başladım. Çantamdan hızlıca defterimi ve kalemimi çıkardım.
Başına kralın ani ölümü yazdım. Altına taş kesilmiş bir beden ve onunla birlikte taş kesilmiş bir kolye yazdım. Parmakları boş diye de ekledim. Bunlar küçük detaylardı. Kralın yatağının sağ aşağısında büyük bir pencere ve gösterişli bir ayna vardı. Kenarları altından ve oymaları oldukça keskindi. Sol kolumu ve bacağımı görebiliyordum aynadan. Adımlarımı odanın ortasında bulunan çalışma masasına yönlendirdim. Ahşap bir masa vardı. Küçük çekmecelerden oluşan bu masa bana göre önemliydi. Kralın çalışma masası olmalıydı. Çekmecelerden birini açmaya çalıştım ve kilitli değildi. Bu işimi kolaylaştırdı ama kilitli olmaması da ayrı bir konuydu bana göre. Sonuçta ülkenin kralı, önemli belgeler olabilir ve bu masalar özellikle kilitli çekmeceleri ile meşhurdur. Çekmeceleri tek tek açmaya başladım. İçlerinde önemli belgeler ve küçük bir defter çıktı. Ülkeler arası belgeleri görmem pek sağlıklı olmazdı. Ama prense çaktırmadan incelemeye başladım.
Sağ üstte küçük çekmecede boylu boyunca açık olan bir belge gördüm. Üzerinde sadece bir amblem vardı. Onu çaktırmadan çantama attım. O anda kapı aniden açıldı ve içeri uzun boylu, keskin bakışlı ve siyah dalgalı saçları ile bir adam girdi. Bana öfkeyle bakıyordu. Bana doğru büyük adımlar ile yaklaşmaya başladı. Arkasındaki kısa bordo pelerini ise o yaklaştıkça rüzgârda salınıyordu. Ben biraz önce önemli bir belgeyi gizlice çantama atmamış gibi, büyük bir sakinlik ile bana öfkeyle yaklaşan adama bakıyordum.
"Bu masadan bir şey aldın mı?" diye sordu. Sorusu gayet netti.
Soruyu duyan prens Asur hemen yanımıza geldi. "Abi bir sorun mu var?" diye sordu.
Odanın içinde herkes soru soruyordu. Oysa soru sorması gereken kişi ben olmalıydım.
Karşımda duran kişi başını hafifçe prense çevirdi ve, "Dedektif diye getirttin bari özel yerlere sokma," diye terslemişti. Prens Asur oldukça bozulmuşa benziyordu ama belli etmemeye çalışıyordu. Tüm ciddiyetini takındı ve tıpkı karşımdaki adam gibi sert bir ifade yerleştirdi suratına.
"Ladin, burada söz konusu babamız. O ise işinde uzman bir dedektif. Şu anda gizli belgeleri falan düşünecek durumda değilim."
Prens Asur'un sözleri prens Ladin'de hiçbir ifade oluşturmadı. Sanki karşımda bir duvar vardı ve tüm sözler o duvara sadece çarpıyordu. Hiçbir duvar da sözlerden yıkılmadığına göre bu adam asla kimseyi dinlemeyecekti.
"Bu masa hariç istediğin yere bak, dedektif," diye konuştu. Özellikle dedektif kısmını bastırarak söylemişti. Bende, "Tamam," dedim ve etrafta dolanmaya başladım. Kralın giyinme odasına da girdim. Ortada büyük camdan bir masa vardı ve içinde de oldukça fazla yüzük vardı. Her renk doğal taşlardan yapılmış yüzükler. Hepsine göz gezdirdim. Kralın yüzük takmayı sevdiğini zaten biliyordum ama bu kadar olacağını tahmin etmezdim.



Tekrar kralın yattığı yere geldim ve parmaklarına bir kez daha baktım hatta dokundum Taş gibiydiler. Krala bakarak, "Burada işim bitti, Kraliçe ve sizlerle konuşmak isterim. Bazı soracaklarım olacak," diye konuşuyordum. Prens Asur ağzımdan çıkan her bir kelimeyi özenle dinlerken, prens Ladin bana hala öfkeyle bakıyordu ve asla beni dikkate almıyordu. Bunu hissedebiliyordum.
Prens Asur, "Peki, çıkalım o zaman," dedi. Hep birlikte odadan çıktık ve koridorun sonunda büyük bir odaya girdik. Kraliçe Zayiçe tam karşımda bir koltukta oturuyordu. Oldukça üzgün görünüyordu. Gözlerinin altında oluşan torbalar ve solgun yüzü mutsuz olduğunu bize gösteriyordu. Hemen yanında prenses Elsa ve kocası Tardu vardı. Onlarda kraliçe ile ilgileniyor gibi gözüküyorlardı. Beni gördükleri zaman prenses Elsa ayağa kalktı ve bana, "Dedektif Yade değil mi? Hoş geldiniz," diye nazikçe boş koltuğu gösterdi.
Çantamdan defterimi ve kalemimi çıkardım. Onlara şimdi sorular sormam ve önemli gördüğüm kısımları yazmam gerekiyordu. Söze acısı yüzünden okunan kraliçe Zayiçe girdi: "Bir şeyler bulabildiniz mi?" diye sordu bana.
"Daha erken kraliçem, bazı detaylar yakaladım. Şimdi sizlere birkaç soru sormam gerekiyor izniniz olursa," diye konuştum. İçlerinde kimse bu söylediklerimden rahatsız olmadı, o hariç. Prens Ladin.
Tok sesi ile bana, "Sor, o yüzden burada değil misin?" diye konuştu. Gerçekten çok can sıkıyordu bu adam diye düşünmeye başladım.
"Kraliçem, kralı en son ne zaman gördünüz?"
Bu sorumun ardından düşünmeye başladı, sanki pişmanlık sezmiştim bakışlarından. Ben onu incelerken o bana, "Aslında biz bir haftadır görüşmüyoruz, kavga ettik. Ben yazlık şatoma gitmiştim. Haberi de bu sabah gün ağarmadan önce aldım ve aceleyle saraya geldim," dedi. Prenses Elsa da kraliçeyi onayladıktan sonra kraliçenin bir şey bilmediğine kanaat getirdim.
"Kraliçem, kralımız yüzük takmayı sever miydi?" Ben sorumu sorduktan sonra Prens Ladin'in, "Bu ne biçim bir soru," dediğini duydum ama asla ona dönüp cevap vermedim.
"Sever, asla onlarsız dolaşmaz. Sadece yatarken çıkarır. Her gittiğimiz ülkeden bir sürü yüzükle geri dönerdik. Başka hiçbir şey takmaz, sadece yüzük takardı," diye konuştu kraliçe Zayiçe.
"Size son bir soru sorabilir miyim? Odanızdaki ayna tam olarak nerede, altın işlemeli aynayı soruyorum." Odadaki herkes bu soruma şaşırmıştı. Hatta Ladin gözlerini kocaman açmış ve kaşlarını çatmış bana bakıyordu. Hemen gitmemi istiyordu, anlamıştım.
"Yatağımızın solunda, duvara dayalı bir biçimde," dedi. Ben kraliçenin söylediklerini kısaca not aldım ve Prenses Elsa ve kocasına döndüm. "Siz de haberi sabah aldınız değil mi Prensesim?"
Prenses Elsa o zarif görüntüsünden çıkan tiz sesi ile, "Evet, bu sabah aldık haberi," diye konuştu. Kocası Tardu da, prenses Elsa'yı tasdiklemek için bana, "Evet, bu sabah aldık malum haberi," dedi. Oldukça sakin görünüyordu. Bir duygu belirtisine ulaşamadım. Sarı saçları ve açık kahve gözleri vardı. Tepkisiz bir şekilde Elsa'nın yanında oturuyordu.



Ben, Tardu hakkında düşüncelere dalmışken prens Asur'un cümlelerini işittim. "Dedektif Yade benim size başka söyleyeceklerim var. Dün akşam kral, bazı ülkelerden gelen elçiler ve prensler ile bir toplantıya girdi. Oldukça şiddetli geçmişti. Toplantı bittiğinde küfürler havada uçuşuyordu. Ben ilk defa kralı bu kadar sinirli görmüştüm."
Prens Ladin hemen araya girdi ve "Kral olmak böyle bir şey, stresli bir işe sahipsin. Bence bu özel konuları sıradan bir halka anlatmak mantıklı bir davranış olmaz," diye konuştu. O sırada göz ucuyla bana bakıyordu. Beni saraydan mancınıkla atmak istediğine emindim ama asla istifimi bozmadım. Onun delici ve kovucu bakışlarına aldanmadım.
"Ben bu kraliyetin en önemli dedektifiyim. Bana her türlü şey anlatılmalı ki doğru sonuçlara ulaşabileyim. Prens Asur, lütfen siz devam edin," diye konuşurken asla ama asla prens Ladin'e bakmadım.
Prens Asur, "Aslında ben toplantı da yoktum. En son olaylara şahit oldum. İçeride abim vardı, o anlatsa daha iyi olur," dedi.
Bakışlarım aniden Prens Ladin'i buldu. "Prens Ladin, sizi kuşkulandıracak her hangi bir şey oldu mu toplantıda."
"Ticaret meselesi. Bakın bu yıl, kraliyetimiz oldukça verimli bir yıl geçiriyor. Tahıl ambarları ağzına kadar dolu. Diğer krallıklar ile de bir ticaretimiz var. Bunlar stresli toplantılar ve görüşmeler sayesinde yürür. Önemli bir detay, kuşku uyandıracak bir mesele yok. Dedektif Yade sorularınız bittiyse gidebilirsiniz. Bu arada kralın öldüğünden daha kimsenin haberi yok. Anlıyorsunuz değil mi?"
"A evet anlıyorum. Peki ben gideyim ve bunun üzerine biraz düşüneyim. Bu arada kral kaç gün odasında kalacak?" Herkes şaşkınca birbirine bakıyordu. Sorduğum soruya bence kimse hazırlıklı değildi. Onların da bilmediğine emin oldum.
"Anladım, sizde bilemiyorsunuz ama bana kalırsa bu sorun çözülene kadar kral odasında kalsın. Şüphelendiğim bir şey var ve üstelik kral normal bir ölüden çok farklı, o daha çok taşlaşmış gibi duruyor," diye konuştuktan sonra hızlıca terk ettim orayı. Herkes bana şaşkınca bakarken ben soluğu Yosun'un yanında aldım.
Yosun, orta boylarda, düz saçlara ve gri gözlere sahip güzel bir kızdı. Evinde takılar tasarlar ve onları kasabada takılara düşkün kadın ve kızlara satardı. Çok da iyi altın ve gümüş kazanırdı. Çünkü takıları kasabada oldukça meşhurdu. Saraydan bile takılarını alanlar olurdu.
Yosun'un kapısına geldim ve üç kere kapısını çaldım. Kapıyı açınca beni beklemediğini gözlerinden anladım. Haklı bir süre uzak kalmıştık. Benim şu dedektiflik işinden dolayı. Her işimde mutlaka Yosun ile maceralara atılırdık. Ben bu durumu sevsem de o pek haz etmezdi.
"Yade seni burada görmek ne hoş," diyerek beni çeri aldı.
Görüşmemizden bu yana evindeki mobilyalar da değişmişti. Eskilerinden daha iyi ve daha canlı görünüyorlardı. Üstelik mis gibi yeni kokusu yayılmıştı eve.
"Takılar sana iyi kazandırıyor," dedim. "Acaba bende mi takı yapmaya başlasam?" diye de şakayla karışık ortaya bir soru atmıştım. Ama o bana sadece öfkeyle bakmakla yetindi. İşte şimdi tekrar başlıyorduk. Kendimi hazırladım ve koltuğa geçtim.
"Önce şu berbat derecede riskli işinden vazgeçmen gerekiyor Yade hanım." Yade Hanım derken ki yüz ifadesi o kadar ciddiydi ki, az sonra söyleyeceklerimden çekindim diyebilirim.
"Yosun biliyorsun ben işimi seviyorum."
"Bilmez olur muyum? Neden geldin? Halimi hatırımı sormaya değil. Bu sabah seni saraya giderken görmüşler."
"Önce kahve ve yanına bir de çikolata alabilir miyim? Misafirperverliğini görmek istiyorum," dedim. Yosun'un suratında belli belirsiz bir gülümseme oluştu ve mutfağa gitti. Bardak seslerini duymaya başlamıştım. Birazdan gelecek ve benden bir açıklama bekleyecekti. Aslında bu duruma yabancı değilim. Ben her dedektiflik işine giriştiğimde biz bu konuşmaları defalarca yapardık ve sonunda bana yardım etmeyi kabul ederdi. Bu konuda şanslı sayılırım, bana kızsa etse de bana yardım etmeyi sonunda hep kabul ederdi. Onsuz bu kadar iyi olamazdım bu meslekte.
Yosun elinde tepsiyle mutfaktan çıktı ve bol köpüklü bir kahve koydu yanıma. En sevdiğim lokumlardan da koymuştu-limonlu olanlardan-kahvenin kokusunu burnuma çektikten sonra konuşmaya başladım.
"Yosun bir iş var ama öncekilerden daha ciddi." Yosun'un suratında ben biliyordum ifadesi kol gezdikten sonra, "Bu işler bir gün başımızı belaya sokacak Yade. Bunu biliyorsun değil mi?" diye konuştu.
"Yosun öyle bir şey olmaması için elimden gelenin fazlasını yapıyorum. Lütfen beni dinle, kral öldü," dedikten sonra hızla ayağa kalktı Yosun. Yüzünde beliren şaşkınlık ve endişe beni korkutmuştu.
"Yade sen ne diyorsun? Bu gerçek değil değil mi?"
"Gerçek Yosun. Kimse bilmiyor lütfen kimse de bilmesin."
"Bana anlatır mısın, en baştan?"
"Sabah beni muhafızlar saraya götürdü. Orada öğrendim. Hatta gördüm. Benden bu olayı çözmemi istiyorlar. Ortada çok garip şeyler var ve benim de sana ihtiyacım var," diye anlatmıştım kısaca. Söylediğim her kelime suratında farklı bir endişe doğuruyordu.
"Nasıl olur böyle şeyler? İnanamıyorum, Yade bu durum felaket sen, sen nasıl çözeceksin bu durumu? Bende her şey karıştı. Tam olarak nasıl olmuş?"
Yosun'un kafasını karıştırmıştım. Benim de ondan çok farkım yoktu. "Bilmiyorum, eğer sende görseydin bilemezdin. Kral taşlaşmış gibiydi. İnanır mısın saçındaki her bir tel bile taşlaşmıştı." dedikten sonra, "Yosun bana yardım edecek misin?" diye de isteğimi belirttim.
Yosun'un gözlerindeki kararsızlığı görebiliyordum. Aslında bu iyi bir şeydi, beni hemen reddetmeyecekti.
"Yade bu iş seni aşar. Kabul etme," dedi bana.
"Yosun ben sarayın dedektifiyim. Kabul et ya da etme gibi bir lüksüm yok. Lütfen artık beni ve işimi kabullen ve bana bu işte yardım et."
"Ne yapmayı düşünüyorsun? Planın ne?"
Yosun bana yardım edecekti. Gözündeki inatçılık silinip gitmişti. Yelkenlerini yine indirmişti. İşte onu bu yüzden seviyorum.
"Teşekkür ederim. İlk olarak sana göstermek istediğim bir şey var." Hemen defterimi çıkardım ve resmini çizdiğim kolyeyi ona gösterdim. Yosun eline aldı ve incelemeye başladı. Lacivert bir taşın etrafında gümüş çizikler vardı.
"Taşa dikkatli bakınca ağaç gibi şekiller de gözüküyor. Bu kolye sence kimin eseri olabilir?" diye sordum. O inceleme devam ediyordu. "Bu arada taşın rengi lacivert ve üzerinde gümüş renginde çizikler de var."
"Yade bu kolye bana ait. Onu ben yaptım. Ama yanlış hatırlamıyorsam ben bunu yeni satmıştım. Evet evet ben bunu yeni satmıştım."
Heyecanlanmıştım. Bunu gerçekten beklemiyordum. "Kime sattın peki? Hatırlıyor musun?"
Yosun sorum üzerine bana verdiği isim epey aklımı kurcaladı. Bunu beklemiyor olabilirdim. Emin olmak için, "Doğru mu hatırlıyorsun peki?" diye sordum. Emin olmam gerekiyordu. Yosun bana baktı ve, "Yade bu kolye bana iyi altın kazandırdı. Unutmam mümkün değil," diye konuştu.
"Gece saraya gidiyoruz," dedim ve kahvemi yudumlamaya başladım. "Lokumların tadı efsane," diye ekledim. Gerçekten güzellerdi.
Hava kararmıştı. Yosun ile beraber saraya doğru gidiyorduk. Tanınmamak için de üzerimize siyah pelerinler almıştık. Kolay kolay kimse bizi fark edemezdi. Yol boyunca hiç konuşmadık. Ben içeriye girince tam olarak ne yapacağımı planlıyordum ama Yosun'un ne düşündüğünden emin değildim. Uzun bir müddet ormanlık alandan ve ıssız patikalardan geçtik. Nihayet sarayın ışıklarına kavuşmuştuk. Bir ağacın yanında durduk ve etrafı incelemeye başladık.
"Şimdi ne yapacağız Yade?"
Pelerinin altından saraya bakarken, "Kimseye görünmeden girecek bir yer bulmamız gerekiyor," diye konuştum. Ben konuştuktan sonra arkamdan bir çıtırtı duydum. Yosun ile birlikte aniden dönünce karşımda Ren geyiğim vardı. Ona bir isim vermemiştim çünkü kendi ismi çok daha güzeldi.
"Buraya kadar bizi mi takip etmiş?" diye sordu Yosun şaşkınlıkla.
Ben geyiğimin koca burnunun üstünü okşarken, "Öyle görünüyor," dedim. Küçük dostum bir anda benim pelerinimi tuttu ve beni bir yere götürmeye başladı.
"Geyik bile anladı bu işin sonu hüsran."
"Yosun galiba tam tersi beni saraya götürüyor." Gerçekten de küçük dostum beni sarayın yüksek duvarlarına doğru götürüyordu. Duvarın dibine geldiğimizde ise gördüğümüze inanamadık. Duvarın altında bir oyuk vardı. Sürünerek karşı tarafa çıkabileceğimiz kadar da büyüktü. İşte yine yapmıştı, küçük dostum hiç olmadık zamanda çıktı ve bana yardım etti.
"Aferin sana küçük dostum benim," dedim. Burnunun üstünden kocaman öptüm ve yanımızdan ayrıldı. Olanları Yosun şaşkınlıkla izliyordu. Ona baktım ve, "Hadi Yosun karşıya geçelim," dedim.
İlk ben geçtim. Daha sonra Yosun geçti. Üstümüz başımız tozlanmıştı. Hemen üstümüzü temizledik ve saraya girmeye çalıştık. Bu biraz kolay olmuştu, saraya kimseye görünmeden girmeyi başarmıştık. Uzun ve dar bir koridora çıktık. Yosun beni kolumdan tuttu ve, "Yade nereye gidiyoruz şimdi?" diye sordu. "Kralın odasına, umarım geç kalmamışımdır."
Yosun bana son söylediğimi anlamamış gibi bakıyordu. Ona daha fazla açıklama yapmadan merdivenlere yöneldim. Kralın odasının olduğu kata çıkmıştık. Oldukça sakin görünüyordu. Kralın odasına dikkatli bir şekilde yaklaştım ve kapıyı hafifçe ittim. Yüzümde beliren bir gülüş, Yosun'un dikkatini çekmişti. Gülüyordum çünkü tam tahmin ettiğim kişiyi görmüştüm. Kapıdan kafamı çektim ve Yosun ile göz göze geldim.
"Yade ne oldu?" diye sordu fısıldayarak.
"Yosun şimdi içeri dalıyoruz," dedim ve hızlıca içeri girdik. Bizi karşısında gören hizmetli korkuyla olduğu yerde sıçradı. "Sizin ne işiniz var burada?" diye sordu. Korkmuştu, gözleri kocaman olmuştu. Orta boylarda sarı saçlara ve kahverengi gözlere sahipti. Saraydaki en genç hizmetlilerin arasındaydı. Bu işte yeni olduğu hemen anlaşılıyordu.
"Seni kim tuttu?" diye sordum. Olaylara ortadan girmeyi seviyordum.
Bana hiçbir şey anlamamış gibi bakıyordu. Ama ben onun gözlerinde daha fazlasını görüyordum. Korku... İki taraflı bir korku bu. İsim verse ceza alacak, vermese yine alacak. Şu anda yapabileceği en iyi şeyi yapıyor. Bilmiyormuş gibi davranmayı seçiyor.
"Bu aynanın yerini neden değiştiriyorsun? Konuş." Konuşmak gibi bir eylemi gerçekleştirmeye pek niyetli değildi. Kıpkırmızı olmuş bir vaziyette duruyordu. Ben onun yanından ayrılıp aynaya yaklaştım. Bu aynanın sırrını kendim öğrenebilirdim. Elim ile her yerine dokunmaya başladım.
"Yosun, yanımızdaki aletler ile kralın boynundaki kolyenin tacını çıkarabilir misin?" Yosun ben ayna ile uğraşırken hizmetliyi sandalyeye bağlamıştı.
"Tamam, biraz bekleteceğim seni."
Yosun arkamda kolyenin taşını çıkarmak ile uğraşırken ben de aynayı incelemeye devam ediyordum.
"Al," diyerek bana taşı uzattı Yosun. Hemen taşı aldım ve aynaya tutmaya başladım. Hiçbir değişiklik yoktu.
"Bunun işe yarayacağından emin misin?" diye sordu Yosun. Hiçbir fikrim dahi yoktu, ne diyeceğimi bilemedim sadece kafamı olumsuz anlamda sallamak ile yetindim. Tam o anda başparmağım aynanın içine girdi. Benim ve Yosun'un gözleri kocaman olmuştu.
"Yade bu ne demek oluyor?"
"Yosun, bu ayna bir geçit olabilir. Tam emin değilim ama oraya girmem gerek. Ancak bu şekilde olay çözülür."
"Saçmalama, prensleri çağıralım. Onlar ne yapacaklarına karar verirler. Senin işin bence burada bitti."
"Benim işim daha bitmedi. Yosun sen hemen prens Asur ve prens Ladin'i bul."
"Sen?"
"Ben buraya, bu aynanın içine gireceğim." Yosun bana yapma der gibi bakıyordu ama yapmam gerektiğini de biliyordu. Sadece beni tehlikeli durumların içinde görmek istemiyordu. Yosun zar zor odadan çıkmıştı. O çıkar çıkmaz ben aynadan içeri girmiştim. Ama taş dışarıda kaldı. Ayna onun geçmesine izin vermedi. Bulunduğum yer bir uçuruma benziyordu. Etrafta bir sürü ağaç vardı ve ortalık fazla karanlıktı. Gökteki yıldızların ışığı vardı sadece ortamı aydınlatan. Ay bile yoktu.
Biraz ilerledim ve düşündüğüm gibi bir uçurumun dibindeydim. Nereye gideceğimi de tam anlamıyla bilmiyordum ama ne aradığıma emindim. Biraz ilerledim ve ağaçların arasında kaybolduğumu hissettim. İçimde hissettiğim o ürpertiye rağmen adımlarımı atmaktan vazgeçmiyordum. İlerlemeye devam ettim. Tam o sırada arkamda bir ses duydum. Arkama baktığım sırada karşımda prens Ladin'i gördüm. Koyu gözlerini kocaman açmış bana bakıyordu. Gecenin karanlığında dans eden saçları ilk dikkatimi çeken olmuştu.

"Sizin ne işiniz var burada?" diye sordum.
"Sen böyle misin hep? Birilerinden yardım almayı düşünmez misin?"
"Ben hep böyle çalıştım" dedim kısık sesle. Ama benim ağzımdan çıkan her cümle ona anlamsız gelmiş gibi bana bakıyordu.
"Şimdi burada tam olarak neyi arıyorsun?"
"Kralı," dedim. Prens Ladin'in yüzünde oluşan belirsizlik bana olayı şevkle anlatma hissi veriyordu. Seviyordum insanlara asıl gerçekleri anlatmayı. Mesleğin getirileri diyelim.
"Ne demek kralı? Babam yatağında."
"O bir insan değil. Taş. Gerçek kral burada bir yerde."
"Bunu nasıl anladın?"
"Prens Ladin, ben bir dedektifim. Tüm sorularınıza en son cevap vermek isterim," dedim ve ağaçların arasında ilerlemeye başladım. Topuklu ayakkabı ile biraz zorlansam da asla bunu belli etmemeye çalışıyordum. Ama prens Ladin kaşları havada benim ayakkabılarıma çoktan bakmıştı.
Ağaçlar ileride son buluyordu. Bir açıklık vardı. Yaklaştı, yaklaştık ve bir uçurumun kenarında ağaç dalları ile sarılmış bir adam gördük. Prens Ladin, "Baba," diyerek hemen yanına gitti. Bende büyük bir heyecanla yanlarına ilerledim ama bir şey beni belimden tutmuştu. Aynı şekilde prens Ladin de ayaklarında yakalanmış ve yere düşmüştü.
"Neler oluyor böyle," diye bağırdım ama beni yakalayan ağaç dalları ağzımı kapatmıştı. Prens Ladin bana, "Sakin ol," dediğini işitmiştim ama ağaç dalları beni korkutmuştu. Çırpınmaya devam ediyordum. Ağaç dalları beni sıkmaya başlamıştı. Nefes almakta da zorlanıyordum. Ladin kendisini tutan ağaç dallarından kılıcı ile kurtulmuştu. Kendisine tekrardan saldırmaya yeltenen ağaç dallarına kılıcı ile karşılık veriyordu.
Ladin elindeki kılıcı ile beni saran dalları da kesmişti. Ben o an yere çok sert düşmüştüm, Ladin'e pis pis bakarken tekrar bana saldıran bir dalı, taş ile ezmeye başladım. Ağaç dalları her yerden saldırıya geçmişti. Prens Ladin'in kılıcı vardı ve benim elimde taştan başka bir şey yoktu.
"Al bunu," dedi ve bana hançerini uzattı. Hiç düşünmeden hançeri aldım ve bana gelen dallara hançer ile saldırmaya başladım. Uzaktan çok beceriksiz duruyordum ama ufak çizikler onları püskürtmeme yetiyordu.
"Krala ulaşmam gerek, onları oyalayabilir misin?" diye sordu prens ama ben şaşkın bir şekilde ağaç dallarına ve sarmaşıklara bakıyordum. Yapmak isterim ama ne yapacağımı bilemedim. Ben düşünürken benim kararsızlığımı görmüş olacak ki, daha ben cevap vermeden, "Al kılıcı ve sağa doğru koşmaya başla," diye konuştu.
Kılıcı aldım ama yapabileceğimden şüpheliydim. "Emin misin?"
"Sen bir dedektifsin ve kendini riske atmalısın, öyle değil mi?"
Benimle dalga geçiyordu, evet kesinlikle geçiyordu. Kaşlarımı çattım ve "Evet dedektifim, hatta en iyisi," dedim ve sağa doğru koşmaya başladım. Arkamda sarmaşık ve dal sürüsü beni takip ediyordu. Başımı çevirdiğimde; prens Ladin, kralı sarmaşık ve dallardan kurtarıyordu.

Ben önüme döndüm ve ağaçların arasında koşmaya devam ediyordum. Nereye kadar koşacaktım hiçbir fikrim yoktu ama şu anda koşmaktan başka da yapabileceğim bir şey yoktu. Ben koşmaya devam ederken karşımda yine bir açıklık gördüm. Orasının uçuruma çıktığına emindim. Arkama baktığımda bana büyük bir hızla gelen dalları gördükçe de duramıyordum.
Kendi kendime, "Prens neredesin ya?" diye söylenmeye başladım. Nefes nefese kalmıştım. Bacaklarım artık benim kontrolümde değildi. Benden bağımsız koşmaya devam ediyordu. Artık uçuruma yaklaşmıştım ama duramıyordum. Uçurumun dibine geldiğimde kendimi büyük bir hızla hemen yere attım. Hızlı hızlı nefes alıp veriyordum. Bana yaklaşan dal ve sarmaşıklara karşı kılıcı daha sert tutmaya başladım. Onlar yaklaştıkça kafamdan hesaplar yapıyor ve ayağa kalkıyordum. Yaklaştılar, yaklaştılar ve tam kılıç ile saldıracakken önüme askerler geçti. Prens Ladin yetişmişti. Beni hemen kolumdan çekti ve aynaya doğru gitmeye başladık. Ağaçların arasında kolumu ondan çektim ve "Teşekkür ederim," dedim. Aslında onlar bana borçluydu ama yine de beni kurtarmıştı. Ufak bir teşekkürü hak ettiğini düşünüyordum.
"Teşekkür edilecek bir şey değil ama birazdan teşekkür edilecek çok neden olacak. Gidelim."
Aynadan karşı tarafa elimizde taş olmadan geçebilmiştik. Yatakta boylu boyunca uzanmış olan taşlaşmış kral yoktu aksine karşımda ayakta duran bir kral vardı.
"Kralım, nasılsınız?" diye sordum. Şuan başka diyecek bir şey bulamıyordum.
"Dedektif Yade, senin sayende oradan kurtuldum. Sana harcadığım emekler asla boşuna değilmiş. Bir kez daha bunu ispatladın. Bu başarın ile büyük bir ödül alacaksın."
"Ben ödül için sizi kurtarmadım kralım," dedim ama beni dinlememişti.
"Biliyorum işte bu yüzden sen iyi bir dedektifsin. Bunu bu saraydaki herkes bir kez daha görmüş oldu. Bu ülke için çok kıymetli bir dedektifsin. Kraliyetim ve ülkem adına teşekkür ediyorum," dedi kral.
Ben oldukça şaşırmıştım. Onca olay çözdüm ama ilk defa biri bana teşekkür ediyordu. Duygulanmıştım. Gözlerim buğulu bir şekilde Yosun'a bakıyordum. Sonra gözlerimi Ladin ve Asur'a çevirdim. Kraliçeye ve kızına, damadına baktım. Hepsi de bana teşekkür ediyordu. Bir görev daha başarılı bir şekilde yerine getirilmişti. Mutluydum hem de çok mutluydum. Yosun bile gözleri buğulu bir şekilde bana bakıyordu. İlk defa bana, kendimi riske attığım için kızmamıştı. Gelip kocaman sarıldı, kulağıma da "Sen gerçekten iyi bir dedektifsin," dedi. İşte asıl bu söz beni biraz ağlatmıştı. Beni ve işimi bir bütün olarak kabul etmişti. Mutluydum her şey için.
Kralın odasından büyük bir sevinçle ayrıldım. Ayrılırken de ilk gün aldığım önemli belgeyi yerine bıraktım Ona gerek kalmamıştı.
***
Gün doğmuştu. Yosun ile beraber geceyi sarayda geçirmiştik. Asıl suçlular yakalanmıştı ve oldukça rahattım. Balkonda durmuş etrafa bakınıyordum. Arkamda bir ses işittiğimde hemen arkama baktım ve prens Ladin'in yanımda durduğunu gördüm.
"Prensim," dedim.
"Sana sormam gerekenler var," dedi.
"Elbette sorabilirsiniz," diye karşılık verdim. Kısa saçlarımı ufak dokunuşlar ile düzeltirken.
Balkon korkuluğuna iyice yaklaştı ve ileriye bakan keskin gözlerini bir anda bana dikmişti. "Nasıl anladın? Kralın o olmadığını ve aynanın gizemini?" diye sordu.

"Kraliçe, kralın yüzük taktığını ve yüzükleri çok sevdiğini söylemişti. O taşlaşmış ellerde bir yüzük izi göremedim. Yatağa bakan ve pencerenin önünü kapatan bir ayna ise oldukça yersiz duruyordu. Hiçbir kadın aynayı o şekilde oraya yerleştirmezdi. Özellikle kraliçeye aynanın yerini sordum ve bana başka bir yer tarif etti. O an anladım ayna bu olayda oldukça önemli. Ve elbette kolye. Kral sadece yüzük takmayı seviyor. Kolye o yüzden de benim takıldığım yer oldu. Arkadaşım, Yosun takı yapar satar. Kolyenin resmini çizmiştim ve ona gösterdiğim zaman bana o kolyeyi kendisinin yaptığını ve kasabanın en zengin tüccarına sattığını öğrendim. Baş şüpheli zengin tüccar Bayer oldu benim için. Sadece kolye de değildi. Bayer hakkında hırsızlık yaptığı, insanların ücretini vermediğine yönelik şikâyetler gelmiş krala. Hatta kızacaksınız ama ben kralın masasından önemli bir belge aldım. O belgede Bayer hakkında önemli kararlar yazılıydı. Kral ona ağır bir ceza vermişti. Mal varlığının yarısı yanında çalışan insanlara eşit bir şekilde pay edilecekti. Bayer bunun altında kalmak istememiş olabilirdi. Bizde dün geceye saraya gizlice girdik. Bayer'in tuttuğu kişiyi yakalamak için. Tahmin ettiğim gibi aynanın yerini değiştiren hizmetliyi yakaladık. Kraliçe aynayı yerine aldığı zaman gece hizmetli de kralın ve kraliçenin arasının bozukluğundan yararlanıp, aynanın yerini değiştiriyordu. "
"Bayer yakalandı, senin sayende. Ama bunlar ilginç detaylar dedektif Yade. Gerçekten işinde çok iyisin. Peki ayna ve kolye arasında nasıl bir ilişki var?"
"Ayna kralın boynundaki mühürlenmiş kolyeye bakmak zorunda yoksa taşlaşmış beden krala benzemeyecekti. Ve kolye aynanın kapısını açan bir anahtar görevi görüyordu."
"Bunları bu kadar kısa zamanda anlamış olman nasıl mümkün olabilir?"
"Prensim ben iyi bir dedektifim."
"Doğru iyi bir dedektifsin. Bu zamana kadar seninle karşılaşmamış olmak çok tuhaf." İlk defa prensin güldüğünü görmüştüm. Bu çok garip hissettirmişti bana.
"Ben kraliyetten sadece babanız ile görüşüyordum."
Prens Ladin uzaklara bakarken, "Artık tanıştığımıza göre benimle de görüşebilirsin," diye konuştu. Şaşırmıştım. O sert insan bir anda gözden kaybolmuştu. Ne diyeceğimi bilemedim bende kısa bir, "Elbette," dedim ve balkondan ayrılmak için balkon kapısına yöneldim. Bana arkamdan, "Bundan sonra kendini tehlikeye atma, yardım iste," diye bir yumuşak ses duyulmuştu. Gülümsemeden edemedim. Tuhaf hissetmiştim. Yosun ile beraber saraydan ayrıldık. İyi altın ve gümüş kazanmıştık ama ben sanki daha önemli bir şey kazanmış gibi hissediyordum. İçimde anlam veremediğim bu duygu beni çok mutlu hissettirmişti. Tuhaf ama güzel bir duyguydu. Eminim o da şuan aynı şeyleri düşünüyordu ve aynı duygunun esiri altındaydı.
Evime geldim ve hemen sıcacık bir çay hazırladım. Bahçemde masamda Yosun ile birlikte fincanda çayımızı içiyorduk. Ren geyiğim de karşıdan bana doğru geliyordu.

Yorumlar