TURNA

TURNA
Karakterler
Ağaç : Güçlü'nün bahçesindeki bir ağaç.
Güçlü: Bahçenin sahibi
Zarif: Güçlü'nün karısı
Zıpır: Güçlü ve Zarif'in oğlu
Bahçıvan: Bahçenin bakım işlerinden sorumlu
Elmacı: Bahçeden her ay elma satın alır.
Sivridil: Güçlü ve Zarif'in komşusu
Kambur: Kendi halinde kambur bir adam.
Gezgin: Dünyayı gezmiş bir adam.
Geveze: Zıpır'ın papağanı
Tüm her şey bir bahçede olacak. Güçlü'nün bahçesi

1 . PERDE / 1. SAHNE
Bahçıvan: Ah garip bahçıvan, ömrü geçti bahçelerde tıpkı solmuş bir çiçek gibi.

(Önündeki büyük akasya ağacına yaslanır.)

Güçlü: Her sabah senin hayıflanman beni bıktırdı be adam. Kovayım istersen.
Bahçıvan: Bir nasılsın? İyi misin demek bu kadar mı zor. Hemen kovmalara kalkışman yakışmadı beyim.
Güçlü: Sorsam ne olacak? O çene açıldı mı susmak bilmiyor. Bizim Geveze bile senden daha az konuşuyor.
Bahçıvan: Durmadan etrafı pisleten bir kuş ile mi kıyaslıyorsun beni? Kırıldım, darıldım, gücendim beyim.
Güçlü: (Önündeki Akasya ağacına dikkat kesilir.) Bu ağacın şu dalını görüyor musun? Onu bir kes sana zahmet.
Bahçıvan: (Beyinin gösterdiği dala bakar.) Neden Beyim? Baksana pek görkemli ve simetrik bir ağaç değil mi?
Güçlü: Elbette, elbette öyle olacak. Ben düzen severim. Simetri her şeydir ama bu dal hoşuma gitmedi. Çok ön planda, kes at bahçenin dışına. Ya da dur! Doğra da onu yakacak yapalım. Bir işe yarasın.
Bahçıvan: Tamam beyim keserim, onu da yaparım. Ben bahçıvanım.
Güçlü: Bir şey mi ima etmeye çalışıyorsun sen?
Bahçıvan: Yo…y…yok beyim. Ne haddime. Benim işim bahçe, ağaç sonuçta.
Güçlü: İyi o halde, şu çimleri de düzelt. Bak iki tanesi diğerlerinden uzun. Tüm bahçeyi dolaş, çimleri kontrol et. Başı uzayanları kes, at.
Bahçıvan: (Homurdanmaya başlar.) Hasta adamın dertleri ile uğraşıyorum.
Güçlü: Ne… Ne dedin sen?
Bahçıvan: Tamam beyim, tamam yaparım dedim.
Güçlü: Aferin, böyle olacaksın. İtaatkâr ve simetriye düşkün. Geometri bilir misin?
Bahçıvan: Sayenizde beyim. Bu gidişle fizik bile öğrenirim.
Güçlü: Hah o zor işte! Derslerin en zorudur. Bir ara bakma fırsatım olmuştu. İyi kötü bilirim ama senin kalın kafan için çok fazla. Anlamazsın.
Bahçıvan: Siz öyle diyorsanız beyim.
Güçlü: Öyle tabi, anlaman için okuman gerek ama nerede?
Bahçıvan: Okumam için de vaktin olması lazım gelir. Ama sizin boktan ihtiyaçlarınız bitmiyor ki.
Güçlü: Seni terbiyesiz!
Bahçıvan: Özür dilerim beyim, ağzımdan kaçıverdi. Haylaz bir çocuk gibi.

 1.Perde/2.Sahne
*Elmacı bahçeye gelir.
Elmacı: Amanin ne kadar tatli bir bahçe burasi. Amanin de amanin.
Güçlü: Zorlama i harfi geldi. Sevmiyorum bu adamı.
Bahçıvan: (Gülmeye başlar.)
Güçlü: (Gülmeye başlar.)
Elmacı: Hah! işte sizin gülmeleriniz sayesinde bu bahçe; bu kadar güzel, bu kadar alimli.
Güçlü: Ha… tabi öyle. Niye geldin sen?
Elmacı: Aaa, bizim çocuklar evde ne kadar elma var yediler bitirdiler. Şimdi de elma elma diye zirliyorlar. Ah bir dinleseniz, o ses asla güzel değil. Sizden elma almaya geldim. Tabi parasiyla.
Güçlü: Tamam, tamam. Bahçıvan bir kasa elma indiriver. Çabuk (Ellerini şaklatır)
Bahçıvan: Tamam beyim. (Kasa alır ve ağaçlara koşmaya başlar.)
Elmacı: Çok, çok sağ ol be Güçlü. Senin elmalarin tadi bir başka.
Güçlü: Öyle tabi, bu bahçede simetri var.
Elmacı: Ne var? Hiç duymadim. Bir tür ağaç falan mi?
Güçlü: Cahil cahil konuşma Elmacı. Simetri diyorum yahu. Yani bir düzen var. Baksana etrafına, ağaçların dizilişine. (Eliyle etrafı gösterir.)
Elmacı: Hm, hâklisin. Ağaçlar tıpatıp ayni. Sanki dallardaki yapraklarin sayisi ve dizilişi bile ayni. (Şaşırır.)
Güçlü: Öyle olacak tabi, düzen her şeydir. Bu arada senin konuşman beni deli ediyor be adam.
Elmacı: Benim konuşmam muntazamdır da senin bahçe bir garip.
Güçlü: Neymiş garip olan?
Elmacı: Bu… bu çok fazla değil mi? Baksana dallarin sayisi bile ayni, bir dalda nerede ne kadar yaprak varsa başka bir ağaçta da o kadar yaprak var. Yorulmuyor musun?
Güçlü: Yo… neden yorulayım ki? Ben yapmıyorum. Bahçıvanın işi ne yapsın.
Elmacı: (Derin bir ah çeker.) Bahçivana üzüldüm beyim. Onu düşünen birine hiç benzemiyorsunuz.
Güçlü: (Gülmeye başlar) Onun işi bu. Niye üzüleyim? Hem sen kendine üzül be adam. Evin sanırsın panayır, hiç susmaz mı bu çocuklar?
Elmacı: Haklisin, çocuklar sabahin köründe başliyorlar akşama kadar ağliyorlar. Yine de işe geç kalmak gibi bir lüksüm yok be Güçlü. Alarm niyetine çocuklari kuruyoruz. Böylece kalkip kapatma gibi çaremizde olmadiğindan işe gidiyoruz. Neyse, nerede kaldi bahçivan?
Güçlü: Biraz uyuşuk bir tip. Eminim ileride bir ağacın altında uyukluyordur. Bir alarm da ona lazım.
Elmacı: Bunu bilemeyiz beyim.
Güçlü: Sen bilemezsin ama ben onu çok iyi tanıyorum. Kesin uyumuştur bir yerde.
Elmacı: Öyle diyorsan beyim.

1.Perde/3.Sahne

*Bahçıvan elinde elma kasası ile gelir.
Bahçıvan: Hah, geldim beyim. En iyilerinden topladım Elmacı.
Elmacı: Aaa, elmalar nar gibi kizarmiş. Ellerine sağlik bahçivan. Bak yanildin güçlü.
Güçlü: (Homurdanmaya başlar) Ben yanılmam Elmacı. Elmaların hazır, alabilirsin.
Elmacı: Ta…tamam, alayim ben onu. Al bu da parasi. Sağ ol Güçlü.
Güçlü: (Parayı alır) Yine bekleriz Elmacı.

*Elmacı bahçeden ayrılır.

Güçlü: Oh be gitti nihayet.
Bahçıvan: (Elinin tersi ile alnını siler) Niye öyle dediniz beyim?
Güçlü: Sen işine bak! Ha bu Akasya ağacının dalını kesmeyi de unutma.
Bahçıvan: Aslında bu dalın pek bir zararı yok beyim.
Güçlü: Onun zararı gözüme!
Bahçıvan: Güzelim ağaç senden ne çekiyor be!
Güçlü: Ne… ne dedin sen yine? Bu homurtuların başına iş açacak belli.
Bahçıvan: Şimdi kesiyorum.


2.Perde/1.Sahne

*Zıpır bahçeye gelir.

Zıpır: Şimdi senin dalına çıkacağım. (Akasya ağacına tırmanmaya çalışır.)

(Akasya ağacı sallanmaya başlar.)

Zıpır: Ne… Ne oluyor? Uslu dur ağaç yoksa kötü olur bak!

(Ağaç dallarını daha şiddetli sallamaya başlar.)

Zıpır: Bu ağaç perili, evet bu ağaç kesin perili!
Ağaç: Güzel, sevdim bu lafı çocuk.
Zıpır: (Korkudan bağırır.) Ah sen, sen nesin?
Ağaç: Hey! Dur çocuk, bağırma. Yoksa sana dertlerimden bahsetmem.
Zıpır: Dert mi? O ne?
Ağaç: Bilmiyor musun?
Zıpır: Hayır, hiç duymadım.
Ağaç: O simetri ile kafayı bozmuş baban öğretmedi mi sana? Neyse, dert demek bir nevi duygu demek. Bir nedenden dolayı üzgün olmak demek.
Zıpır: Üzgünsün yani. Bir ağaç hiç üzgün olur mu canım? (Kahkaha atar.)
Ağaç: Bir ağaç üzgün olabiliyormuş demek ki. Baksana bana; yapraklarım büzüşmüş, dallarım boynunu bükmüş, gözdem ise eski dokusunda değil artık.
Zıpır: (Ağacın yapraklarından birisine dokunur.) Sahiden de öyle. Hasta mı oluyorsun sen?
Ağaç: Dallarımı rahat bırakmadıkları sürece bu bahçede sürekli hasta olurum ben.
Zıpır: Dalların mı? Kim rahat bırakmıyor?
Ağaç: Senin o simetri baban ve sesini çıkaramayan bahçıvan sayesinde bu hale geldim. Tabi suç sadece o ikisinde değil. Bu bahçedeki herkes yüzünden bu haldeyim.
Zıpır: Bende mi?
Ağaç: Evet, sende rahat bırakmıyorsun çocuk.
Zıpır: Ama ben ne yaptım ki?
Ağaç: Dallarımı kırdın, yapraklarımı kopardın ve en önemlisi baban beni kafasına göre budarken sesini hiç çıkarmadın. Görmezden geldin be çocuk, tıpkı büyükler gibi.
Zıpır: Ah çok özür dilerim, bilemedim.
Ağaç: Bilemedin mi? Söyle bakalım neyi bilemedin? Seni test edeyim.
Zıpır: Seni incittiğimi.
Ağaç: Zeki çocuksun, aferin. Sevdim seni. Tamam o halde, özrünü kabul ediyorum.
Zıpır: (Havada zıplamaya başlar.) Sahiden mi? Çok sevindim buna. Artık sana zarar vermeyeceğim. Hatta bir resim yapacağım sana. Söyle bana, sana ne çizeyim?
Ağaç: (Dallarından birisi ile en üst dallarına uzanır ve düşünüyormuş gibi yapar.) Bu zor bir soru, üstelik bir ağaca sorulan en zor soru. Acaba ne olsa?

2.Perde/2.Sahne

*Zarif bahçeye gelir.

Zarif: Zıpır, ne yapıyorsun orada çocuğum?
Zıpır: Anne! Anne ne oldu bilemezsin?
Zarif: Ne bu heyecan bakalım?
Zıpır: Anne, bu ağaç var ya perili.
Zarif: (Ağaca bakar.) Ne? Ah senin bu hayalci aklın yok mu?
Zıpır: İnanmıyor musun bana? Ama şimdi görürsün. Ağaç, anneme de konuşur musun? Senin nasıl özel bir ağaç olduğunu görsün. (Bekler.)
Zarif: Zıpır, gel benimle hadi haylaz çocuk. Karnını doyuralım senin, hem bu ağacı beklersek açlıktan karnın guruldamaya başlayacak.
Zıpır: Ağaç niye konuşmuyorsun? Hem sana resim çizecektim. Ne çizeceğimi bile söylemedin.
Zarif: Ne resmi Zıpır?
Zıpır: Anne, ağaca resim çizeceğimi söyledim. Ona özür hediyesi olarak ama ne çizeceğimi daha söylemedi.
Zarif: Ah yavrum senin ateşin falan mı çıktı acaba?
Zıpır: Yok, hayır ben doğru söylüyorum. Bu ağaç tıpkı bizim gibi konuşuyor.
Zarif: Hadi gel bakalım, gidelim buradan. (Zıpır’ın elini tutar.)
Zıpır: Anne ben doğruyu söylüyorum. Bu ağaç konuşuyor. Sen gelmeden önce bana çok incindiğini, dertlendiğini söyledi.
Zarif: (Gülmeye başlar.) Dertlendi mi? Ah ne âlem çocuksun. Ağacın ne derdi olacak çocuğum? Suyu veriyoruz, ışığı var daha ne olsun. Olmadı eve alalım besleyelim bir de.
Zıpır: Öyle değil işte anne. Bize kırılmış. Dallarını kestiğimiz için bize çok kızmış. Hatta bana da kızmış. Dalları kesilirken ses çıkarmadığım için.
Zarif: Zıpır, bu kadar yeter! İyi değilsin.

2.Perde/3.Sahne

*Sivridil bahçeye girer.
Sivridil: Zarif neler oluyor öyle? Sesiniz bahçenin dışına kadar geliyor.
Zarif: Ah komşu, ne olsun! Bizim oğlanın inatçılıkları işte.
Zıpır: Ben inatçı değilim. Doğru olanı söyledim ama çocuk olduğum için kimse inanmadı bana.
Sivridil: Seni dinlemelerini istiyorsan hemen büyümeye bak yumurcak. Biz büyükler, çocukların söylediklerine pek kulak asmayız.
Zarif: Ah! Kimse duymasın ama ağacın konuştuğunu iddia ediyor, birde buna inanıyor.
Sivridil: (Bir ağaca bir çocuğa bakar.) Garip bir iddia. Ya cidden konuşuyorsa?
Zarif: Aman komşu, sakın inanıyormuş gibi davranma. Şimdi yine konuşuyor diye diretir.
Zıpır: Sizi duyuyorum. Bu arada gerçekten konuşuyor. Bana çok dertli olduğunu söyledi.
Sivridil: (Güler.) Dertli mi? Ah buna inanmam işte! Ne derdi olabilir ki? Güneş tenini mi yakmış yoksa? Güneş kremi falan sürelim mi?
Zıpır: Neden? Dert bir tek insana mı özel, bir ağaç dertlenemez mi? Üstelik o seni duyuyor ve eminim kırılmıştır.
Zarif: Zıpır’cım belki olabilir ama garip duruyor. Ağaç ve dert. Tıpkı tuzlu çay gibi. Tadı da iğrenç bu arada.
Sivridil: (Boğazını temizler.) Evet garip cidden. Neyse, neden dertliymiş senin şu yaşlı ağaç?
Zıpır: Dallarını kestiğimiz için.
(Sivridil ve Zarif gülmeye başlar.)
Zıpır: Ya siz niye gülüyorsunuz? Üstelik bir ağaç dertlerini anlatmışken. Şimdi ne kadar üzülüyordur kesin.
Zarif: Böyle şeyler düşünüp kafanı bulandırma oğlum.
Sivridil: Aslında bu şekilde söylersen çocuğun gelişimi için pek iyi olmayabilir.
Zarif: Komşu sende mi?
Sivridil: Evet, çocuk biraz aptal ama onun gelişimi için daha yapıcı olmayı dene tatlım.
Zıpır: Aptal değilim!
Sivridil: Ah tatlım, elbette değilsin.
Zarif: Haklısın ama söylediği şeyler mantık dışı.
Zıpır: Of, ağaç niye konuşmadın ki? Bak ne hallere düştüm!
Sivridil: Cevap verir mi sence?
Zarif: Ah, komşu lütfen yapma. Ne diyebilir? Bizim Geveze duysa bize güler.
Sivridil: Ne bileyim, çocuk çok inanarak konuşuyor. Benim de aklım karıştı. Ah çocuk beni de şaşırttın iyice. Birisi şu halimi görse kesin delirdiğimi düşünür. Ben gitsem iyi olacak. Bu ağaç konuşmayacak, belli.
Zarif: Çünkü o bir ağaç. Konuşmaz. Git hadi sen, dinlen biraz.
Zıpır: Siz öyle sanın. Bu ağaç konuşacak, size dertlerini anlatacak ve siz de ağzınız açık kalacaksınız. Konuşmak sadece size özel değil. Bir ağaç elbette konuşabilir. Hayır, ben hayal görmüyorum, uydurmuyorum. Ben sadece doğruyu konuşuyorum. Bunu siz de göreceksiniz, ben inanıyorum.

2.Perde/4.Sahne

*Güçlü bahçeye gelir.
Güçlü: Niye içeri gelmiyorsunuz? (Ağaca bakar,) İyi iyi bahçıvan dalı kesmiş. Sanki böyle daha iyi Zarif ne dersin?
Zarif: (Ağaca bakar.) Evet hayatım, daha iyi.
Zıpır: Hayır değil.
Zarif: Zıpır!
Güçlü: Ne, kötü mü?
Zıpır: Baba, ağacı rahat bırak. Dallarını keserek onu üzüyorsun.
Güçlü: Zarif bu oğlanın nesi var?
Zarif: Bugün biraz tuhaf davranıyor. Abuk subuk konuşup duruyor. Yok, efendim ağaç dertliymiş, dallarını izinsiz kesmemeliymişiz falan işte.
Zıpır: Evet, öyle. Bu ağaca artık dokunamazsınız.
Güçlü: Zıpır kızdırma beni, alt tarafı bir ağaç.
Zıpır: O sıradan bir ağaç değil.
Güçlü: Ne?
Zarif: Ağacın konuştuğunu iddia ediyor hayatım.
Güçlü: Ne? Bir ağaç konuşmaz Zıpır. O bir ağaç, bir odun.
Zarif: Yani erkekler gibi Zıpırcım. Hepsi duygusuz bir odun.
Güçlü: Zarif, ne saçmalıyorsun şimdi? Burada mühim bir konu var.
Zarif: Sadece teşbih sanatında ne kadar iyi olduğumu belirttim hayatım.
Güçlü: Senin sanatınla şuan ilgilenemem. Ne diyordum ben? Hah! Zıpır, odunlar konuşmaz evladım.
Zıpır: O odunlar duygusuz değil baba. Özellikle bu ağaç, gerçekten konuşuyor. Bana üzüldüğünü söyledi.
Güçlü: Üzülmek, Zıpır boyundan iyi laflar ediyorsun ama biraz boş konuşuyorsun. Ağaçlar üzülmez evlat, bana kalırsa insanlar da üzülmemeli.
Zıpır: İnsanların üzülmemesini bende isterim. Keşke ama keşke herkes mutlu olsa. (Akasya ağacına yaslanır.)
Güçlü: Mutluluk bir kuş gibidir evlat. Sana biraz yaklaşır, sen de mutlu olursun ama yerinde biraz kıpırdansan anında senden kaçar. Anlayacağın mutluluk iş değil, sen güçlü olmaya bak. Güçlü ol ve üzülme evlat.
Zarif: Güçlü, sende ne laflar varmış. Bunca zaman böyle konuşsan seni dinlemek bana aşırı keyif verirdi.
Güçlü: Benimle konuşmak sıkıcı mı?
Zarif: Hayır, pek değil. Aslında biraz sıkıcı evet. Çok takıntılısın, her şeye karışıyorsun. Biraz sinir bozucu olabiliyor bu durum. Senin bu takıntılı hallerin de beni bunaltmadı değil yani.
Güçlü: Neye karıştığımı gördün?
Zarif: Her şeye tatlım.
Zıpır: Bana baksanıza ya! Ben burada önemli bir şey anlatıyorum.
Güçlü: Oğlum, kısaca ağaçlar konuşmaz. Rüzgâr yapraklarını hışırdatmıştır, dallarını oynatmıştır. Sende bunu yanlış anlamışsın besbelli.
Zarif: Hah, kesinlikle.
Zıpır: Hayır, hayır ya!

3.Perde/1.Sahne

*Kambur ve Gezgin bahçeye girerler.
Kambur: Bizim Güçlü’nün bahçesi burası. Baksana yerdeki otlar bile hazır ola geçmiş.
Gezgin: Hm, baya düzenli bir bahçe. İyi bakıyor anlaşılan. Şu akasya ağacına bak. Biraz boynunu bükmüş ama çok ihtişamlı değil mi?
Kambur: He, bu ağaç… Bu ihtişama gelene kadar ne dalları heba oldu bir bilsen. Ona üzülmediğim anlar çok nadirdir.
Gezgin: (Kahkaha atar.) Üzülüyor musun? Sen bence kamburuna üzül. Baksana şu iki büklüm haline.
Kambur: Ne varmış halimde. Sen kendine bak asıl. Ne evin belli ne yurdun. Yalnızsın dostum, yalnız.
Gezgin: Ben halimden memnunum. Özgürüm bir kere. İstediğim her yere gidebilirim. Bugün buradaysam yarın kimseye sormadan başka bir şehre ya da başka bir ülkeye gidebilirim. Özgür olmak bence en güzel şey.
Kambur: Özgür olmak nefes almak gibidir ama yalnız olmak aldığın nefesi bir çırpıda vermektir. Bence artık kök sal dostum. Bak bu ağaç gibi boynu bükük kalacaksın sonunda.
Gezgin: Çok ağır konuştun. İçim bir tuhaf oldu. Seninle konuşmak bana hep böyle hissettiriyor. (Akasya ağacının yanına oturur.)
Kambur: Öyle derler; benimle konuşmak insana istemediği, kaçındığı şeyleri göstermek gibiymiş.
Gezgin: Benim de kaçındığım şey yalnızlık. Haklısın be Kambur, dostum. Ne kadar da gezsem insan bir aile sıcaklığı istiyor. Bir akşam evde çay içmek istiyor.
Kambur: Hala geç değil. Önce iste ve sonra inanmaya bak.
Gezgin: Düşüneceğim öyleyse.
*Gezgin bahçeden ayrılır.
Kambur: Ah, ah! Bak gördün mü? Tüm dünyayı da gezsen kalbinde yine de bir dert olur.
Ağaç: Ve bir ağaçta olsan dert yine de seni bulur, eski dostum.
Kambur: Nasılsın bugün? Su ister misin?
Ağaç: Biraz huzur isterim, biraz da özgürlük. Giden kişiye bir baktım da bende onun gibi olmak isterdim ve hala istiyorum. Galiba herkes birileri gibi olmak istiyor ama bilmiyorlar dert bâki.
Kambur: Öyle tabi. Ben alıştım artık. Kimse gibi olmak istemiyorum. Ben kim gibi olursam olayım mutlaka üzülecek bir şey bulurum. Sen de artık kendini kabullen. Köklerinden ayrılamazsın.
Ağaç: Bazen çok acı konuşuyorsun.
Kambur: Duyman gereken şey bu dostum. O kökler seni yaşama bağlıyor. Sen onlardan ayrılırsan, neyse söylemek istemiyorum. Sen benim dostumsun ve senden ayrılmak istemiyorum.
Ağaç: Ben de sana acı konuşayım o zaman. Bir gün o da olacak dostum.
Kambur: Doğru olacak. Bazen bunu biliyor olmak içimi sızlatıyor.
Ağaç: Bilmek iyidir, ya bilmeseydin ne olacaktı? Mutlu olurdun ama suyun çekilmiş gibi kuru ve yavan olurdun.
Kambur: Eh bizde dertli olmayı seçtik o vakit.
Ağaç: Yine de mutlu olduğumuz anlar var, yok mu?
Kambur: Var var. Senin dallarından düştüğüm zamanlar geldi aklıma. Bir de seni uykundan uyandırdığım için beni tam buradan, kıyafetimden tutup havaya kaldırmıştın. Ah ne çok korkmuştum. Ama yine de mutluydum. Senin bana zarar vermeyeceğini biliyordum.
Ağaç: (Kalın sesi ile kahkaha atar.) Evet, bak yeni hatırladım. Uyuz bir çocuktun sen. Beni çok rahatsız ederdin, sana bu yüzden çok kızardım. Ama seviyordum seni yine de. Sevimliydin bir kere.
Kambur: Peki ya şimdi nasılım?
Ağaç: Hala o uyuz çocuksun.
*İkisi de gülmeye başlar.

3.Perde/2.Sahne

*Zıpır bahçeye gelir.
Zıpır: Merhaba
Kambur: Merhaba
Zıpır: Şey, sen az önce biriyle mi konuşuyordun?
Kambur: Ah, şey, kendimle konuşuyordum. İnsanlar yapar böyle, bazen kendileriyle konuşurlar. Ben de öyle yapıyordum.
Zıpır: Sanki ağaçla konuşuyor gibiydin de.
Kambur: Ha, öylemi? Uzaktan nasıl göründüğümü bilemem elbette.
Zıpır: Onunla, konuşuyor gibi görünüyordun. (Ağacı işaret eder)
Kambur: Yok evlat, onunla konuşmadım.
Zıpır: Keşke konuştum deseydin.
Kambur: Neden?
Zıpır: Ben onunla konuştum ve kimse de bana inanmıyor.
Kambur: Öyle mi? Ama onunla konuştun öyle değil mi? Bunu sen bildiğine göre diğerlerinin bilmesinin ne önemi var? Bundan dolayı da o suratında neden mutsuzluk var?
Zıpır: Ne? Anlamadım.
Kambur: Ağaç ile konuştun. Bence kimseyi inandırmaya çalışma. Bunu sadece sen bil ve ne kadar özel olduğunu unutma.
Zıpır: Hiç böyle düşünmemiştim.
Kambur: Sorun değil, artık düşünüyorsun.
Zıpır: Evet.
Kambur: Sen, Güçlü’nün oğlusun değil mi? Adın ne?
Zıpır: Evet, adım Zıpır. Annem çok yaramaz bir çocuk olacağımı düşündüğünden adımı Zıpır koymuş.
Kambur: (Gülmeye başlar.) Ben sormadan sen söyledin neden Zıpır olduğunu. Neden yaptın bunu?
Zıpır: Tecrübe diyelim. Kim önce adımı sorsa daha sonra neden bu isim diye soruyor.
Kambur: Anladım ufaklık. O zaman sana bir tecrübe de ben katayım. İnsanlar unutur, o yüzden kendini çok da onlara hazırlama.
Zıpır: Yine anlamadım. (Güler.)
Kambur: Yani isminin anlamını onlar için hafızanda saklama, kendin için sakla.
Zıpır: Sen çok tuhafsın. Ama çok güzel konuşuyorsun.
Kambur: Ben bir aynayım, sen güzelsin bende güzelim.
Zıpır: Bunu anladım galiba.
Kambur: Öyle mi? Anlat bakalım.
Zıpır: Yani şey demek istedin. Ben güzel konuşuyorum ve sen de güzel konuşuyorsun. Of anlatamadım galiba.
Kambur: Herkesten daha iyi anlattın ufaklık.

3.Perde/3.Sahne

*Geveze uçarak Akasya ağacının bir dalına konar.
Kambur: Bu kuş senin mi?
Zıpır: Aa, evet benim en iyi arkadaşım.
Geveze: Evet, arkadaş, arkadaş. Seni kaçık herif!
Kambur: (Güler.) Ne dedin sen? Biraz ağzı bozuk galiba.
Zıpır: Şey, kusura bakma. Her duyduğu şeyi çok çabuk öğreniyor.
Geveze: Bok mu var, ne bakıyorsun seni budala?
Kambur: Bok mu? Hiç yakışmadı şey. Şey, adı nedir?
Zıpır: Geveze.
Geveze: Geveze Geveze, çenen düştü yine.
Kambur: (Güler.) Adı ile kafiyeli olmuş.
Zıpır: Bunu ben öğrettim.
Kambur: Nasıl öğrettin Zıpır? Bana anlatır mısın?
Geveze: Sen anlamazsın.
Zıpır: Şey, pek bir numarası yok aslında. Sürekli tekrarladım o da öğrendi.
Kambur: Yani, diyorsun ki, ona sürekli tekrarladım ve o da öğrenmek zorunda kaldı.
Geveze: Çok biliyorsan sen öğret, çok biliyorsan sen öğret.
Zıpır: Evet, yanlış mı yaptım?
Kambur: Hayır hayır, sen aslında bana bir şey göstermiş oldun. Önemli bir şey.
Geveze: Şimdi başlar yine konuşmaya. Geveze sevmedi seni, Geveze sevmedi seni.
Zıpır: Nedir? Ay çok merak ettim.
Kambur: Bir şeyi sürekli ama sürekli birisine tekrarlarsan o şey zorla o kişinin kafasına girer. Rıza yoktur bunda. Diyelim ki iki ile ikinin çarpımı dört ama düşünmeyen insanlara sen bunu kolayca beş diye öğretebilirsin. Aslında öğrenmekten ziyade düşünmeden tekrarlatabilirsin.
Zıpır: Ben anlamadım. Şimdi sana sürekli beş olur, beş olur dersem sen buna mı inanırsın?
Kambur: Hayır, arada ince ve bir o kadar keskin bir sınır var. Düşünmeyen dedim. Bak Zıpır, bu hayatta düşünen ve düşünmeyen insanlar var. Düşünen insanlar kendi gerçeklerini kendi akılları ile ortak bir karar sonucu alır ama düşünmeyen insanlar ise kendi akıllarının sesine yabancıdırlar. Onlara rehberlik edecek insanlar gereklidir. Onlar ne derse onu derler, onlar nereye giderse düşünmeyenler oraya gider. Tıpkı bu papağan gibi işte. Papağanlar, tatlı canlılardır ve bak bize güzel bir ders verdi.
Zıpır: Peki, ben düşünmek için ne yapmalıyım?
Kambur: Oku; oku ki kendi aklının, kalbinin sesini iyi duy evlat.
Geveze: Konuştu bizim deli, konuştu bizim deli.
Zıpır: Geveze, kızarım bak.
Kambur: Kızma, o ne öğrendiyse onu söylüyor.
Zıpır: Haklısın, kızmayacağım ve okuyacağım. Düşündüm de hiç düşünmeden hareket etmek çok korkunç olurdu.
Kambur: Kesinlikle evlat. Şu dünyada öyle çok düşünmeyen insan var ki şaşıp kalırsın. Oku evlat, oku. İlk okuyacağın kitap ne?
Zıpır: Ay, bilmiyorum ben. Sen söyle.
Kambur: Kuran-ı Kerim oku. Yazarı bizlere akıl verdi.
Zıpır: Teşekkür ederim.

3.Perde/4.Sahne

*Güçlü bahçeye girer.
Güçlü: Ooo kimler gelmiş. Niye haber etmiyorsun Kambur?
Kambur: Senin oğlanla dertleşiyorduk.
Güçlü: (Zıpır’a manidar bir şekilde bakar.) Bizim oğlanla demek. Saçma şeyler söylememiştir umarım.
Kambur: Aksine çoğu insandan daha mantıklı şeyler söyledi.
Güçlü: Sende onun kafasındansın ya ondan öyle gelmiştir. Zıpır ödevlerinin başına, çabuk!
Zıpır: Ama baba! Ödevlerimi akşam yaparım.
Güçlü: Zaman arttıkça bahaneler de artar. Hadi söz dinle biraz.
Geveze: Babanın sözünü dinle. Simetri konuştu yine.
Zıpır: Of tamam ya.
Güçlü: Şu papağanı da al, tepem atmadan.
(Zıpır, Geveze’yi de alarak bahçeden çıkar.)
Kambur: Nasılsın Güçlü?
Güçlü: Bu soruyu hep senden duyuyorum. Düşünsene ailen hiç sormuyor ama yabancı bir adam soruyor. Galiba kötüyüm Kambur.
(Güçlü ağacın dibine oturur.)
(Kambur da Güçlü gibi ağacın yanına oturur.)
Kambur: Bunun birçok nedeni olabilir. Ailen seni hep adın gibi güçlü sanıyordur belki de.
Güçlü: Adım Güçlü ama asla güçlü değilim. İçimde beni yıkan bir şeyler var.
Kambur: Aksine, güçlü bir kalbin ve aklın var. Üstelik seni ayakta tutan bağların da mevcut.
Güçlü: Demek ki benim bağlarım zayıfmış ha Kambur.
(Güçlü acı bir şekilde güler.)
Kambur: Sadece öyle hissediyorsun ama öyle değil Güçlü. Ailen seni seviyor ama seni yıkılmaz sanıyorlar.
Güçlü: Biliyor musun? Zıpır şu ağaç için bana diklendi. Bir ağaç için. Onu korudu ama beni şu ağaç kadar savunmadı. Eşim benimle konuşmaktan sıkılmış. Konuştuğum şeyler çok sıkıcıymış. Simetri ve düzen hastasıyım ya. Kimse çevremdekileri düzenlerken aslında içimdekileri düzenlemeye çalıştığımı anlamadı. Benim düzensizliğim hep taşıyor ve bir tek bana gözüküyor. Yoruldum Kambur, bazen düzeltmekten gerçekten yoruldum. Bırakmak istiyorum, karışmak istiyorum, çözülmek istemiyorum.
Kambur: Bırak, bırakmayı bil Güçlü. İnsan doğası gereği karmakarışıktır. Senin yaptığın sadece boşa kürek çekmek. Kendi düzensizliğini kabullen ve o düzensizliğin ile yaşamayı öğren.
Güçlü: Yapamıyorum Kambur, içimin kalabalığı uykumu getiriyor.
Kambur: Uyumayı bil.
Güçlü: Uyumak… Uyumak ama bu bir çözüm mü?
Kambur: Bilmiyorum ama vücudun bunu istiyorsa bir bildiği vardır.
Güçlü: Hem basit konuşuyorsun hem çetrefilli. Bunu nasıl yapıyorsun bilmiyorum ama bana mantıklı geldi.
Kambur: Benim işim daha zor öyleyse.
(İkisi de gülmeye başlar.)
Güçlü: Haklısın zor ama bu zorluğa katlanabiliyorsun. Belki de katlanamıyorsun ama elbet bir çözüm buluyorsun. Benim gibi değilsin, kaçmak lügatinde yok.
Kambur: Ah Güçlü, ben de kaçarım ve inan uyumak kaçmaktır.
Güçlü: Kaçmak iyi bir şey yani.
Kambur: Bazı şeyler için evet.
Güçlü: Senin bu olasılıklı konuşmaların canımı sıkıyor.
Kambur: Severim bilirsin.
Güçlü: Aç hadi ne demek istedin?
Kambur: İnsan her duyguyla başa çıkamaz. Bazı duyguları affedersin, bazılarını seversin, bazıları için savaşırsın ve bazılarından kaçarsın. Sende bu duygu ile savaşabiliyorsan savaş ya da kaç.
Güçlü: Belki de bu duyguyu göstermeliyim.
Kambur: Nasıl göstereceksin?
Güçlü: Orasını bana bırak Kambur ama var aklımda bir şeyler.
(Güçlü ve Kambur ayağa kalkar.) (Güçlü ciddi bir şekilde Akasya ağacına bakar.)
Kambur: Neden bakıyorsun ağaca.
Güçlü: Sorunu ortadan kaldıracağım ve savaşacağım. Bu ağacın her yaprağına dokundum, her dalını bir hizaya soktum. Şimdi ise artık bunu yapmak istemiyorum. İstemiyorum ama bu bir hastalık ve kendimi tutamayabilirim. Üstelik Zıpır da bu ağaç için, neyse… Kısaca bu ağacı keseceğim Kambur. Sorunları ortadan kaldırmayı deneyeceğim. Sonra da ailemi de alıp gideceğim buralardan.
Kambur: Ne? Güçlü kendini iyileştirmenin yolu zarar vermekten mi geçiyor?
Güçlü: Kendime ve aileme zarar vermektense bu ağaca ve bu bahçeye veririm daha iyi Kambur. İlk olarak bu ağaçtan başlayacağım.
Kambur: Ah, ah! Hep yanlış anlıyoruz, kendi karanlığımızdan kurtulmanın yolunu yine karanlıkta arıyoruz.

4.Perde/1.Sahne
 
(Güçlü elinde balta ile bahçeye girer. Kambur ise bahçenin kapısında ona bakar. Güçlü’nün elindeki baltayı gören Zıpır, Zarif ve Bahçıvan da bahçeye girerler.)
Zarif: Güçlü, hayatım neyin var?
Bahçıvan: Efendim, terlemişsiniz.
Zıpır: Baba, baba!
Güçlü: Artık eski Güçlü yok. Bu zamana kadar bu bahçe ve ev arasında kafayı yedim ama buna bir son veriyorum. O simetri hastası kişi yok artık karşınızda.
Bahçıvan: Oh be, sonunda kendine geldi adam.
Kambur: Güçlü, yapma…
Zarif: Güçlü, anlamıyorum ne?
Güçlü: Önce bu ağaçtan başlayacağım sonra bu bahçeden. Artık buradan gideceğiz, taşınacağız.
Zıpır: Ne? Baba lütfen yapma, lütfen baba!
Güçlü: Zıpır, yeter artık! Şu ağaç meselesini açma yine. Biraz da babanı düşün. Sen de öyle Zarif. Benim içimdeki yıkılan duvarları görmüyor musunuz? Yok, siz ağacı düşünün.
Zarif: Güçlü ne alakası var? Biz seni de düşünüyoruz ama bu şekilde Zıpır’ı üzüyorsun, görmüyor musun?
Kambur: Güçlü, Zarif doğru söylüyor.
Bahçıvan: Ya karışmayın. Sanki otları tek tek siz kırpıyorsunuz. Ağacın yapraklarını sayacağım diye matematik çalıştım ben ya.
Zarif: Bahçıvan, ne diyorsun sen?
Bahçıvan: Belim koptu diyorum.
Güçlü: Bu zamana kadar ne zaman sordunuz bana, iyi misin diye? Ama siz beni yargılamayı seçtiniz, aman be Güçlü abartma, Güçlü saçmalama… Hatırladınız mı bu cümleleri? Ağacın yapraklarını, otların uzunluğu ile ilgilenen bir manyaktım ben sizin gözünüzde. Kim sordu içimdeki yaprakları, kim sordu ha? Benim içimde fırtınalar koparken siz hangi gemideydiniz? Haberiniz bile olmamış…
Zarif: Güçlü, özür dilerim. Özür dilerim ama niye anlatmadın hiç?
Güçlü: İnsan bazen anlatmayı bırakıyor hatta bazen değil hepten bırakıyor. Neden anlatması gerektiğine cevap bulamadığı için.
Zıpır: Baba ağacı kesecek misin?
Bahçıvan: Taktı ağaca.
Güçlü: Keseceğim ve buralardan gideceğiz.
Kambur: Güçlü karışmak belki haddime değil ama sen bu bahçeyi yok etsen de anılar seninle kalacak. Bu şekilde olmaz.
Güçlü: Yeter! Bana karışmayın artık. Bugün bu ağaç ve bu bahçe benim için bitti.
Zıpır: Ama baba bu ağaç normal bir ağaç değil. Bunu yapamazsın. Lütfen yapma. Özür dilerim, annemle seni fazla güçlü sandık. Özür dilerim.
Güçlü: Adım gibi güçlü değilim evlat.
(Güçlü elindeki balta ile ağaca bir kere vurur.)
Zıpır: Hayır!
Kambur: Güçlü dur! Bu ağaca dokunamazsın.
Güçlü: Nedenmiş o?
Kambur: Bu ağaç ile Zıpır arasında bir bağ var görmüyor musun? Oğluna bir bak.
Zarif: Ah benim tatlı kuşum ağlama gel.
(Zarif, Zıpır’ı kollarının arasına alır.)
Kambur: Baksana nasıl ağlıyor çocuk. Sen güçsüz olsan da ailen için yapamazsın bunu.
(Güçlü, Zıpır’a sarılır.)
Güçlü: Oğlum özür dilerim. Bu ağaç kadar değerim olmadığını düşündüm. Galiba aptallık ettim evlat. Bu ağaca zarar vermeyeceğim. Özür dilerim sizden. İçimde kırılan o kadar çok şey var ki, bu bahçe ile tamir etmeye çalıştım. Yanlış yerde aradım çözümü.
Zarif: Biz de hatalıyız. Baksana sana nasıl bakmışım ben? Senin içindeki sıkıntıları göremedim. Özür dilerim hayatım.
Zıpır: Baba, özür dilerim. Ağacı kesmediğin için de teşekkür ederim.
Bahçıvan: Bu hikâye de yanan ve beli bükülen yine ben oldum. Delirip ben keseceğim şimdi.
Kambur: Bahçıvan, sırası değil.
(Üçü de birbirine sarılır. Kambur uzaktan onları seyreder sonra da gider. Bu oyunda görevinin bittiğini anlamıştır çünkü.)

4. PERDE 2.SAHNE
(Kambur ve Gezgin bahçenin kapısında karşılaşırlar.)
Kambur: Gidiyor musun yine?
Gezgin: Ne zaman kalmayı başarabildim ki?
Kambur: Sen kalmayı ben gitmeyi başaramıyorum. Bugün içimde koca bir hüzün var. Gidişine ağlarsam şaşırma.
Gezgin: Yok artık ağlama sakın dostum. Bak ben de ağlarım yoksa.
Kambur: Ben bu hayatta vedalardan nefret ederim. Sanki içimden bir parça sökülüyormuş da çaresi yokmuş gibi hissediyorum.
Gezgin: Haklısın ama sen benim dostumsun. Ben uzaklarda olsam da üstümüzde parlayan yıldızlar değişmeyecek.
(İkisi de gülmeye başlar.)
Kambur: O yıldızlara bakıp, koyun çiçeği yedi mi yoksa yemedi mi diye düşüneceğim öyleyse.
Gezgin: Koyunun bir ipi var, bunu unutma. Senin küçük prens hayranlığın bana da bulaştı.
Kambur: Sen gidince okuyacağım.
Gezgin: Sonunda ağlama da, ne okursan oku.
Kambur: Bugün Güçlü ve ailesi için yeni bir gün. Duydun mu olanları?
Gezgin: A evet duydum. Her olayın içindesin be Kambur. Ne oldu, çözdüler mi sorunlarını?
Kambur: Evet, zor oldu ama çözdüler. Bugün ailecek bahçeyi temizlediler. Bugün Onları izledim ve içime oturan şeyler oldu.
Gezgin: Ah benim iyi kalpli arkadaşım.
(Kambur’un gözünden iki damla yaş düşer.)
Kambur: Onları mutlu görmek beni de mutlu etti ama ben bu kapının ardındayım. Yerim belli. Biliyor musun yalnızlık kalbi hüzünlendiriyor.
Gezgin: Yalnızlık her insanın kalbinde be Kambur. Senin gibi konuştum bak ama şunu unutma Allah hep yanımızda.
Kambur: Üzüm üzüme baka baka artık. Doğru söyledin ama Allah hepimizin yalnızlığında, hepimizin kalbinde.
Gezgin: Güçlü için sevindim. Deli gibi hareket ediyordu. Biraz düzelmiştir artık.
Kambur: Onun da dertleri vardı. Deliliğinden değil de anlaşılma çabasından dolayı bu hale geldi. Ama iyi artık. Ailesi onu görmeye başladı ve o da ailesini görmeye başladı. Görmek demişken, görmek iki çeşittir Gezgin. Kimisi sadece deri görür kimisi o derinin altındaki seni görür.
Gezgin: O Kambur sen muhteşem bir detaysın. Dostum kitap yaz.
Kambur: Dalga geçme. Doğruyu söylüyorum ben. Bak etrafına bir, her insan sana aynı şekilde mi bakıyor? Seni gezen tozan, gamsız olarak gören o kadar çok kişi var ki. Ama bana göre, kendi yalnızlığını yüklenmiş ve onu her yere taşıyan bir insansın. İyi kalplisin, herkese yardım edersin ama kendine gelince kabuğuna bile dokunamıyorsun. Dertlerimiz ile varız ve var oluyoruz. Sen benim gözümde gamsız değil, dertli bir insansın.
Gezgin: Yine içimde koca bir boşluk oluşturdun.
Kambur: Yalan söyleme, o boşluk hep vardı.
Gezgin: Evet var ama hatırlamak istemiyorum be Kambur.
Kambur: Özür dilerim ama hatırlamamak diye bir şey yok, geriye itemezsin. Hiçbirimiz itemeyiz. Bunlarla yaşamayı öğreniriz sadece.
Gezgin: Bende öğrenmeye çalışıyorum.
Kambur: Bende.
Gezgin: Ben gideyim artık. Yol beni bekler ben yolu. Kuşlarla geçmemiz gereken telefon direkleri, bulutlar ile dolaşmamız gereken diyarlar var dostum. Kendine iyi bak, Allah’a emanet ol.
Kambur: Sende dostum, sende Allah’a emanet ol.
(Gezgin, Kambur’un yanından ayrılır.)
Kambur: Ah Kambur bak yine kaldın tek başına. Şu ağaca diyorsun köklerini kabullen diye ama sen kendi köklerini kabullendin mi acaba? Kaç yaşına gelirsek gelelim hala hayatın bize bir dersi var. Öğrenmemiz gereken çok şey var. Ah kalbim bu kadar hüzünlü olmak sana yakışmıyor. Özür dilerim. İçimde susmak bilmeyen bir çocuk var, özür dilerim.
(Kambur, bahçeden ayrılır. Kalbindeki çocuğa selam olsun.)

4.Perde 3. Sahne

(Zıpır bahçeye girer.)
Ağaç: Merhaba küçük dostum.
Zıpır: Merhaba
Ağaç: O elindeki ne?
Zıpır: Sana resim çizdim. Hani sana resim çizecektim hatırlıyor musun? Ya aslında biraz kötü oldu ama.
Ağaç: Hatırladım, aslında hiç unutmamıştım. İlk hediyem olacak.
Zıpır: Öyle mi? Bu ilk hediyen olacak demek.
Ağaç: Evet.
(Zıpır, elindeki resmi Ağaca gösterir.)
Zıpır: Sana bunu çizdim. Turna kuşunu. Kalbinde bir kuş olduğunu hissettim. Sana bunu çizmek istedim. Beğendin mi?
Ağaç: Kökleri olan birisine verilecek en güzel hediye. Turna kuşu bana vereceğin en güzel hediye oldu evlat.
Zıpır: Gerçekten beğendin mi?
Ağaç: Beğendim. Biliyor musun, benim hayalim uçmak. Tıpkı kuşlar gibi uçuk kaçık yaşamak. Sen bana bu hediyeyi vererek bir ağacı mutlu ettin.
Zıpır: Köklerin var diye üzülme. Kuşların dostusun ve senin dalların olmaz ise onların yuvaları nasıl olacak? Sen kuşların evisin ağaç. Sıcacık, güvenli bir evsin.
Ağaç: Böyle düşünmemiştim.
Zıpır: Sen kuşlara ev bize de dostsun ağaç.
Ağaç: Resmi dalıma assana Zıpır, onun yeri artık burası.
Zıpır: Tamam.
(Zıpır, resmi ağacın dalına asar.)
Ağaç: Bu resim dallarıma asılan yapraklar kadar değerli. Zıpır, artık havalar soğumaya başladı evlat. Benim bu nadide yapraklarım dökülse bile sakın bu resmi benden almasınlar olur mu? Uyusam bile dalımda bir kuş olduğunu bilerek uyumak istiyorum.
Zıpır: Keşke yaprakların hep dalında olsa. Uyumasan olmaz mı?
Ağaç: Benim de sizin gibi biraz uyumaya ihtiyacım var. Dinlenmek herkesin hakkı ama değil mi?
Zıpır: Doğru, ben de gece olunca yatıyorum. Ben seni özlerim, sen olmadığında kiminle konuşacağım?
Ağaç: Seni duyuyor olacağım, gece yatağında fısıldasan bile beni kalbinde hissedeceksin. Mutlu zamanlarında gülen gözlerinde, ağladığında o gözlerden döktüğün gözyaşlarında olacağım. Sen konuş evlat, ben seni hep duyacağım.
Zıpır: Seni çok seviyorum ağaç. En iyi dostumsun.
Ağaç: Ben de seni seviyorum. Şimdi bana söz ver, bu resmi benden almalarına izin vermeyeceksin.
(Zıpır, ağlamaya başlar.)
Ağaç: Seni ağlarken görmek kalbimi parçalıyor çocuk.
(Zıpır, ağaca sarılır.)
Zıpır: Kimse bu resmi senden alamayacak ağaç. Yağmur ıslatırsa yeniden çizeceğim, kar yağarsa yine çizeceğim, rüzgârlar savursa yine ve yine çizip dalına asacağım. Söz.
Ağaç: Birçok yetişkinden daha büyük bir kalbin var. Onu koru, kimse kırmasın.
(Ağacın dallarından yapraklar yere düşmeye başlar.)
Zıpır: Yaprakların, yere düşüyor. Onları yerden alıp tek tek takmayı isterdim. Ah ağaç seni çok özleyeceğim.
Ağaç: Ben de seni, küçük ama yüreği büyük insan. Zıpır beni iyi dinle.
Zıpır: Dinliyorum.
Ağaç: Ailene iyi bak. Baban adı gibi Güçlü değil. Onu yıkan şeyler var içinde. Onu yalnız bırakma. Ailene sahip çık.
Zıpır: Onları çok seviyorum ve asla onları yalnız bırakmam.
Ağaç: Zıpır, Kambur sana emanet. Onun öyle bilgece konuştuğuna bakma, kendi yarasına merhemi hala bulamadı. O benim tanıdığım en yaralı insan. Onu yalnız koyma bu dünyada.
Zıpır: Her gün ziyarete gideceğim. Benden sıkılsa da onu bırakmayacağım.
Ağaç: Sana güveniyorum.
(Yağmur yağmaya başlar.)
Ağaç: Hadi eve git, ıslanacaksın.
Zıpır: Bugün ailemle birlikte güzel ve sıcacık bir akşam yemeği yiyeceğim. Kambur’u davet etmeye gidiyorum. Ağaç, sana söz verdim ve şuandan itibaren tutuyorum. Seni seviyorum arkadaşım. İyi uykular.
(Zıpır, koşarak bahçeden ayrılır.)
Ağaç: Ben bu bahçenin ağacıyım. Kalbinde kuşlar uçuran, köklerini savuran bir ağacım. Şimdi bana verilen hediye ile uyumaya gidiyorum. Buraya kadar bir ağacın derdini dinlediniz. Bir ağacın ne derdi olacak canım demediniz. Bana katlandınız. Teşekkür ederim. Hepinize iyi uykular.
(Ağaç kalbindeki kuş ile uyumaya başlar.)

Turna Hakkında
Bazı hikâyeler yazılmaz boşuna, söylenmek istenen vardır bu dünyaya. Turna da böyle bir oyun. Kendi içinde oyunlar kurulan ama insanların kalbindeki yaraları kendi yarası gibi kabullenen bir oyun. Kimilerimiz vardır kendini güçlü hisseder ama yıkık bir viraneden başka bir şey değildir. Ya da yaşar gider bazıları, fark etmez insanları. Kimileri kamburunu taşır her yere ya da taşıyamaz. Bazıları da çocuktur bu dünyada. Büyüklerden farklıdır. Bunlar sonsuza kadar sıralanır belki de. Neticede her insan hem farklıdır hem de özeldir. E insan özelse yaşananlar da özel değil midir? Dertler, sevinçler özel değil midir?
Şimdi Turna’ya geleyim. Benim ilk oyunum.
Kambur: İlk Kambur adlı karakterden başlamak istedim. Ne kadar da çok bilgece konuşuyor öyle değil mi? Lakin ağacın da dediği gibi, kendi yarasına merhemi henüz bulamadı. Yaşanmışlıklar ile dolu bir karakter. Adı da bu yüzden Kambur. Onun bir kamburu var, gittiği her yere taşıdığı ya da taşıyamadığı. Fiziksel olandan bahsetmiyorum, bu biraz mecazidir. Duyguların kamburu desem daha doğru olur. Kambur, yalnız bir insan ve bu yalnızlığı ile iyi geçinmeye çalışan birisi. Dertlerini görüyor, kabulleniyor ama üzülmek en çok ona yakışıyor. Hatırlıyor musunuz? Gezgin’e, Güçlü ve ailesinden bahsederken ne kadar da çok hüzünlenmişti. Onları uzaktan seyretmek Kambur’a kalmıştı. Gezgin’in de gidişi kırdı Kambur’un kalbini. İşte böyle; Kambur iyi konuşur, herkese akıl verir ama kendisine pek bir faydası yoktur.
Gezgin: Kambur’un arkadaşı. Birçok insan onun gibi olmak ister değil mi? Ama Kambur’un da dediği gibi, kimin yerinde olursak olalım üzülecek bir şey buluruz. Gezgin de o kadar gezmesine rağmen kendisini hiçbir yere ait hissedemiyor. Bunu yine Gezgin’e söyleyen tabii ki Kambur oluyor.
Güçlü: Güçlü bildiğiniz üzere simetri hastası. Tabi yardım falan da almayan birisi. Çünkü ailesinin onun bu hastalığını saçmalık olarak görmesi ve umursamaması biraz Güçlü’ye koyuyor. Etrafı düzenlerken aslında kendi içindekileri düzenliyordu. Bunu hatırlarsanız kendisi de söylemişti. Üstelik bu iç karmaşası ailesi üzerinde de olumsuz bir etkiye sahipti. Karşılıklı sorunlar kol geziyordu ailenin üzerinde. Zarif, kocasına onun bu hallerinden bunaldığını, rahatsız olduğunu söyleyince de tabii ki ipler koptu. Aslında Zarif de kötü birisi değil. Kocasının bu durumunu gördükten sonra kendi hatasını fark etti. Yine de güzel bitti onlar için. En son ailecek bahçeyi temizlemişlerdi. Herkes için güzel zamanlardı.
Zıpır: Zıpır evin en masumu ve hayal gücü zengin bir çocuk. Ağaç ile aralarında oluşan bağ ise gerçekten çok kuvvetliydi. Üstelik bir ağacın kalbine dokunmuştu. Bu çok kıymetli bir şeydi. Zaten bunu ya çocuklar ya da çocuk kalanlar yapabilirdi.
Ağaç: Biraz da ağaç ile ilgili konuşayım. Ağaç kalbinde küçük bir kuş barındırıyor. O kuşla birlikte yaşıyor hatta bizzat o kuşun yerinde olmak istiyor. Lakin Kambur’un da dediği gibi köklerini kabullenmek zorunda ama ağaç kabullenmekten ziyade o kuşları kalbinde beslemeyi seçti. Ben burada çok arada kaldım ve ucunu da çok açık bıraktım. Bir ağaçta olsa bence hayalleri onun varlığıdır ama yine de insan tabii ki kendisini sevmeli. Neticede o hayalleri insan kendisi kuruyor. Ağaçta öyle yaptı. Hayallerine sarıldı ve uykuya daldı.

Bu oyun benim yazdığım ilk oyun. Buraya kadar okuyan herkese sonsuz teşekkürler…
Nur Özts

Yorumlar