Ağacın Gölgesinde

Ağacın Gölgesinde 

Yapraklar dökülüyor, sarardıkları için olsa gerek. Yoksa terk etmezdi kırılgan dalları. Nihayetinde ait oldukları yer orasıydı. 
-Neresi?
-Bu Dağı
-Duymadım daha önce, ismi de ne garip. 
-İsminin garipliği insanın garipliğini anlatıyor ama ben bunu kimseye anlatmıyorum. 
-Neden? 
-Anlatasım gelmiyor. 
-O zaman haklısın, anlatma.
Yeşilliğin değil sarı otların hâkimiyet kurduğu; taşlı ve tozlu bir dağ. O dağın yamacında bir ağaç ve yanında bir çeşme. 
Hep düşünürdüm neden bir ağaç ve bir çeşme?
Neden derdim kendime? 
Kim dikti mesela o ağacı veya kim attı o tohumu oraya?
Kim çeşme yaptı?
Kimler geldi mesela? 
Ne konuşuldu burada?
Küçük bir kız çocuğu çıktı o dağa. Aklında eğlenmek ve gözlerinde merak olan bu kız heyecanla yol alıyordu kuru otların üzerinde. Galiba bu kız benim aklımdaki soruların cevabını bulacak ama bunu yıllar sonra çözecek gibi duruyordu. 
Gelmesi gereken yere geldi. Rüzgâr vardı, arsızca esen. Yanı başında akan bir çeşme ve oldukça garip bir ağaç. Garip mi dedim ben, o yalnız bir anlam taşır diye ekleyeyim ben. Garipliği, yanında sadece bir çeşme olmasından geliyordu. O kız da ağacı garip bulmuştu. Üzüldü onun için ama tam kavrayamadı tabii. Yine de gölgesinde pervasızca dolandı. 

Küçük kız: Ne yalnız bir ağacın, ne de soğuk bir çeşmenin yeridir burası. Oldukça kurak bu dağın çevresi. Sahi, buradan gitseydin eğer bu yer neresi olurdu? Yıldızlar pekâlâ parlaktır o yer için. 
(Ağaç dallarını hışırdatır. Ses vermesi için yapraklarını savurması gerektiğini biliyordur.)

Ağaç: Yıldızların gölgesinde su içecek insanı nereden bulacaktım? Sahi bu kurak yerin yok mudur nimeti?

Küçük kız: Var mı?

Ağaç: Bu dağın nimeti bir ağaç ve çeşme, ağacın nimeti sıcaktan serap gören bir insan ise çeşmenin nimeti iyi gelir insana. Demem odur ki, bulunduğun yerde vardır bir amaç. Boşuna beklemiyor yıldızlar gök kubbenin üstünde. Parlayacak ki gidecek kediler gitmesi gerektiği yere.

Küçük kız: O zaman mutlusun. 

Ağaç: Beklerken nasıl mutlu olabilirsem o kadar mutluyum işte.

(Küçük kız anlamadı. Neyi beklediğini biraz kavradı ama emin olması için daha fazla kelimelerin savrulması gerekiyordu. Gerekli olan her şeyin gerçekleşmesi de hep mümkün olamıyordu doğrusu. Ne yapması ya da ne sorması gerektiğine karar da veremiyordu. Ağaç çok da mutlu gibi görünmüyordu ona. Aksi olsaydı, yaprakları kalırdı dallarında diye düşündü. Sonbahar da gelmişti oysaki. Belki de ağacın yaprakları mevsime küsmüştür be küçük kız. Ama beni duyamaz. Küçük kız kendi kafasında sorular ile çekişmeye devam ediyordu.)

Küçük kız: Beklemek kötü mü?

Ağaç: Aksine, pek güzel bir şey doğrusu ama zor. Düşünsene güneş doğuyor ama sen geceyi bekliyorsun. Gece oluyor, yıldızlar parlıyor ve gözlerin bir sonraki geceyi bekliyor. 

Küçük kız: O gecede ne var ki?

(Küçük kız soruları sormaya devam ediyordu. Meraklıydı doğrusu ve soru soracak kadar da cesurdu.)

Ağaç: Beklediğin ne varsa o var ama hiçbir gece taşımaz o bekleneni. Bunu bilirim ama bildiğim umudumun üstüne çıkmaya gücü yetmiyor. Pek kuvvetli değil doğrusu. Beli bükülen karıncadan pek farksız değil. 

Küçük kız: O zaman bekleme. Seni mutsuz kılıyor. 

(Ah küçük kız, nereden bilecek imkânsız bir şey dilediğini. Kalbinde beslediği kuş yetmiyor belki de gerçeklere. )

Ağaç: Bak gördün mü şu yaprakları? Sonbaharın hüznü çöktü hepsine ve kırıldılar. Onlar bana ait, benim parçam. Ben beklemezsem hangi ağaç kabul eder onları? Ait oldukları yere ulaşmak isteyecekler belki de, bunu nasıl inkâr ederim? 

Küçük kız: Ama onlar gelmeyecekler. Bunu bildiğini düşünüyorum. 

Ağaç: İstemek, kalbi sürüklemez mi? Belki de isteyecekler. Bunu elbette bilmeyeceğim ama hissetmiş gibi yapacağım. O yaprakların geri gelmesini umut edeceğim çaresizce. 

Küçük kız: Bunu istemeyebilirler. Belki de onların nimeti de ayrılmaktır. 

Ağaç: Ayrılık, onların nimetiyse benim ancak acılarım olabilir. Acılarım ise size gölge, gökyüzüne bıraktığım nefes olur. 

(Küçük kız üzülmüştü ağacın gölgesinde. Duramadı o serinlikte, utandı kendisinden ama yapamadı çıkamadı güneşin yaktığı otların üstüne. Neticede kendisini düşündü yine ve her zaman insanın yapacağı gibi bir düşüncesizlikle. Yapmaz mı insan, yapar. Oysa düşünmek insana değerlidir lakin onu çıkartmak marifet ister. Üstelik derinlere inmeye kim yeter?)

Küçük kız: Utandım kendimden. Gidemedim buradan, bekledikçe de gölgene bastım. Oysa çekilmeyi diledim ama güneşin kızgın ışığından çekindim. 

Ağaç: Doğrusu bunu dile getirebilmen beni şaşırttı, insan mısın sen yoksa köklerin mi var? Eğer olsaydın insan, utanmazdın yaptığından. Ah seni anlıyorum çocuk, kalbinde başka bir benlik var. 

Küçük kız: Kalbimde beslediğim bir hüzün var. Aklımda kocaman bir merak ama köklerimiz farklı. Senin köklerin senden benim köklerim benden oluşur. Ben insan yavrusuyum ağaç, sen ise dallarındaki yaprakların kölesisin. 

(Küçük kız ağır konuştuğunu düşündü. Pişman oldu ansızın ama dönemedi sözlerinin arkasına. Çekip alamadı onları gideceği yerden. Bekledi, görmek istedi ağacı. Ne diyeceğini merak etti ama kızarmış yanaklarına mani de olamadı.)

Ağaç: Vefasız insanlar, insan yavrularıydı önceden. 

Küçük kız: Ben bu dünyaya ait değilim o vakit.

Ağaç: Seni insan kılan yaşadığın dünyaysa eğer, çıkart at kalbini çocuk. Gittiğin yerlerde ona ihtiyacın olmayacak. Ama insan olmanın mahiyetini anladığın vakit, koruyacağın kıymetli bir kalbin varlığı seni insan yapacak. 

(Küçük kız ağacın ne demek istediğini düşündü. Bir insandı ama kendisini tanıyan bir varlık mıydı? Düşündü sessizce. Belki de insan olarak yaratılmanın ne kadar değerli bir şey olduğunu yeni kavrıyordu. Üstelik küçük yaşta kavraması pek kıymetli bir şeydi doğrusu.) 

Küçük kız: Üzülüyor musun? 

Ağaç: Ne için?

Küçük kız: İnsan olamadığın için. 

(Ağaç üzülüyor muydu acaba? İnsan olarak yaratılmak ve insan olarak beklemek ister miydi ağaç? Bu sorunun cevabını ben de bilmiyorum ve küçük kız kadar merak ettim doğrusu.)

Ağaç: Ben yalnız şükrederim.

Küçük Kız: Ne için?

Ağaç: Şükrederim, suya ulaşan köklerimin varlığına, şükrederim dallarıma konan kuşların varlığına, Yapraklarıma nüfuz eden rüzgârın uğultusuna, kalın ve güçlü gövdeme, şükrederim ağaç olan benliğime.

(Küçük kız yine kalakaldı bu sözlerin karşısında. Badem gözleri açıldı merakla, kalbi ise masumca.) 

Küçük kız: Ağaç olduğun için mutlusun yani?

Ağaç: Ben, ben olduğum için şükrederim. Şükredince içimde, sükûnet vuku bulur. 

Küçük kız: Anlamadım. Anlamak için oldukça tecrübesizim. Olsaydım senin boyunda, elbet anlardım kendi aklımca. 

Ağaç: Ah küçük kız, inan bana senin aklın anlamaya daha istekli. Kötü niyet yok, temiz bir aklın var. O yüzden beni en iyi sen anlarsın. Ağacım ve bu dünya da bende varım. Şükrüm bunadır. Bu dünyaya bir faydam vardır, şükrüm bunadır. Bu kâinatta bana değen bir rüzgâr var, şükrüm bunadır. Beni duyan Allah’ım var. Nasıl mutsuz olayım?

Küçük kız: Peki hiç mi üzülmezsin. Hep mutlu mu kalırsın?

Ağaç: O ne mümkün, var mı her daim gülen? Gülseydin her daim ne önemi kalırdı mutlu olmanın. Bende üzülürüm elbet, kalbimden bulutlar geçer ve sonra güneş o bulutların ardından çıkar ansızın. Isınırsın, hep ısınırsın. 

Küçük kız: Ben de her daim gülemiyorum. Bu duruma üzülmek, ziyan eder yani insanı. Peki, neden böyledir ağaç? Neden her daim gülünce değeri azalır, mutlu olmanın? Anlat bana bileyim, bileyim ki üzülmeyeyim. 

Ağaç: Yanar gökteki yıldızlar, kandiller ışık saçar da; baki kalıyor mu sonbahar? Her şeyin bir zamanı var, gülmenin de ötesinde gözyaşı var. 

Küçük kız: Baki kalsaydı sonbahar, yapraklar hiç gelmezdi öyle değil mi ağaç? 

Ağaç: Evet, gelmezlerdi. Allah her şeyi bir nizam üzerine yaratmış. Bu dünya da hem üzüleceksin hem de güleceksin. Ve her daim şükredeceksin. 

(Ağaç, küçük kıza oldukça manidar konuşmuştu. Nizam demişti, ağlamak ve gülmek sıralı eylemlerdi. Dökülen yapraklar ve dallarda yeşillenenler nizamı gösterirdi.)

Küçük Kız: Biz insanlar unutuyoruz galiba? Şükretmiyoruz ve hep en iyisini istiyoruz. Elimizdekilerin kıymetini anlamakta zorlanıyoruz, üstelik elimizde olanlar da önceki dualarımızın kabul görmüş haliyken. 

(Küçük kız, ağacın etrafında dolandı. Gölgesinde serinledi, yanı başında duran çeşmede yüzünü yıkadı. Dağa baktı usulca, kurak ve sessiz dağa baktı. Bakışında bir sır vardı, daha anlamlı bakıyordu şimdi. Uçan kuşların sesini dinledi, bir huzur niyaz ediyordu. Sararmış otlarda hüzün peyda buluyordu. Ardı arkası görülmeyen dağın arkasına gitmek istiyordu. Görmediklerini görmek istiyordu. Anlamak ve daha da fazla anlamak istiyordu. Bu huzuru kaybetmek niyetinde değildi neticede.) 

Ağaç: Şükret küçük kız, kalbinde sakladığın ne derdin olursa olsun şükret. 
Küçük Kız: Ben bakıyorum etrafıma, üzülüyor insanlar. Ne zaman dolansam şu dağın çevresini, görüyorum insanları ama üzgünler. Sürekli istiyorlar ağaç, sürekli… 

Ağaç: İnsan hep ister küçük kız. Ya bir araba ister ya bir ev, ya da bir sevgiliyi görmeyi ister. Ama benim bildiğim insanlar hep istemeye yüz tutmuşlar. Eline geçenler için şükretmek çok azınıza mahsus kalmış. Ne acı, bir damla suyun kıymetini bilmeyen insana ne yazık. 

Küçük Kız: Bir damla suyun kıymeti nasıl bilinir ağaç?

Ağaç: Susuz kalmalısın küçük kız. Bir çölde kalmış gibi suya hasret kalmalısın. Önce yok olmalısın sonra varlığın kıymetini bulasın.

Küçük Kız: Ben bunu yapamam galiba, yapmak için oldukça küçüğüm. Senin sözlerini bile anlamada güçlük çekiyorum. Belki olsaydım senin boyunda, düşünürdüm kendimce. 

Ağaç: Tefekkür lazım gelir insana, zamanın geçmesine lüzum yok. Akıl ve fikir nefisten ayrı düştüğünde anlayabilirsin küçüğüm. Bunun benim boyuma gelmenle bir ilgisi yok. 

Küçük Kız: Öyleyse bana öğüt ver. Ben nasıl insan olabilirim. Şükretmeyi bilen, kıymet bilen, mutlu olmanın yolunu bulan bir insan. Konuş ağaç konuş ki öğreneyim. Büyüdüğüm vakitler üzülmeyeyim. 

Ağaç: Öyleyse iyi dinle küçük kız. İnsan olmak büyük bir nimettir lakin insan olmak nimettir. İnsan olmak kalpten gelir, kalbinde duyduğun bir ses varsa sen insansındır. Bir zaman vicdanın konuşur, merhametin konuşur, duyguların sesi gelir ta uzaklardan. Bu seslere kulağını kapatırsan dağdaki taştan farkın kalmaz. Sen insan olarak bu seslere gönlünden gelen bu seslere cevap vermelisin. Kimi zaman olacak ağlayacaksın geceler boyu, ağlayarak uyuyacaksın. Kimi zaman mutluluktan havalara uçacaksın o vakit şükretmeyi bileceksin. Korkacaksın çoğu vakit, hep Allah’tan yardım isteyeceksin. Sen insan olduğunu bileceksin ama bazılarının insan olmadığına ikna olacaksın. Dünya böyledir, insan kılığında gezenleri uzak tutacaksın kendinden. Olan birçok şey seni üzecek, dua edeceksin. Olan birçok şey seni şaşırtacak, şaşırmayı bileceksin. Küçüksün, ufacıksın… Sen insanları ve en çok da kendini tanıyacaksın. Tanıyacak ve bileceksin her daim. Bilmezsen bu dünya seni kırar küçük kız. Ha benim dallarım kırılmış ha senin dalın. Acısı hep aynıdır. 
Kendini bilen insan Allah’ı bilir. Allah’ı bilen kendisini bilir. Ne olduğunu ve ne olacağını bilir. Derya da bir damla olmadığını ama okyanusun bir parçası olduğunu hatta içinde taşıdığını bilir. Yunus Emre’nin dediği gibi: ‘Bir ben var benden içeri.’ Sen kendi içindeki mucizeleri tanıyacaksın. Senin içinde yatan dünyayı keşfedeceksin. Beni iyi dinle, sen bu dünyada sen olarak yaratılmanın önemini kavrayacaksın. Kavra ki gökyüzündeki yıldızlar senin kalbinde parlasın. Onları içinde taşıyan Allah seni sana göstermiyor mu? Allah gökyüzünde seni sana gösteriyor küçük kız. Sende bunu bileceksin. Bileceksin ki sevildiğini göreceksin. Allah seni seviyor. Bunu sakın unutma. 
Bir diyeceğim şey şudur ki, sev küçük kız. Her şeyi sev ve sevdiklerini ihmal etme. Bu dünyaya seven insanlar arklı bir gözle bakar. Senin de öyle bakmanı pek isterim doğrusu. Sev ve oku evlat, insan ol. 

(Küçük kız ağacın dediklerini düşündü, düşünmeye de devam ediyordu. Söylediği her cümleyi kazıdı hafızasına. Bildikleri ile ayrıldı oradan. Artık daha arklı bakıyordu o dağa, daha anlamlı bakıyordu. Orası onun değiştiği noktaydı, bunu biliyordu.)

*Yıllar sonra

Ben tekrar geldim o dağa. Peki, oradan ayrılan ve geri gelen kişi aynı kişi miydi acaba? Bunu bilmenin yolunu düşündüm elbette ama emin değilim. Ağacın sesini duyarsam aynı kişiydim ama ya duymazsam. O vakit büyüklerden pek bir farkım yok. Duymazsam elbette üzülürdüm, o benim dostumdu neticede. Bana türlü öğütler vermişti, şimdi onunla tekrar konuşmaya ihtiyacım vardı. 

Küçük Kız: Ağaç, burada mısın? Sana anlatmam gereken bir ben var. Konuşmak için içimde biriken kelimeler var. Onları senin dallarına savuramayacaksam nereye savurayım. Söyle bana hangi insan dinler beni, hangi insan anlar bu insanı? İnsanlar insanı anlamazmış ağaç. Bunu anladım. Görmek istemeyen görmezmiş bunu kavradım. Ve insan en çok geceleri ağlarmış biliyor musun? Nedenini çok iyi anladım. Ağaç seni duyamıyorum, eğer konuşuyorsan benimle, sesin gelmiyor ağaç. Galiba büyüdüm ben, seni duyamayacak boya geldim ağaç. Oldum işte senin boyunda ama olmak isterdim kendi boyumda. 

Ağaç; Ne güzel bir sürpriz. Seni görmek, seni işitmek ne hoş. Ağaçlar özler miymiş, galiba bir ağaç da olsam özlem bakiymiş. 

Küçük Kız: Ah ağaç, duymak seni, görmekten daha kıymetliymiş. 

Ağaç: Söyle bana, insan mısın sen yoksa köklerin mi var? 

Küçük Kız: Ben insan yavrusuyum ağaç, bu değişmeyecek biliyorsun. 

Ağaç: Ne öğrendin?

Küçük Kız: Senin söylediklerinden arklı bir şey değil ağaç. Sevmenin, sevilmenin kıymetli olduğunu. Duyguların değerli bir hazine olduğunu kavradım. Üzülmenin de mutlu olmanın da sıralı olduğunu anladım. Şükretmenin kıymetini kavradım. 

Ağaç: Bunlar ne güzel cümleler böyle.

Küçük Kız: Seninle konuşmak ne güzelmiş ağaç, senin öğütlerin bana çok iyi gelmiş. Bunu her daim anladım. 

Ağaç: Anladıysan bu dallarım keyiften sallanır hoyratça.

Küçük Kız: Sallansın ağaç ama mutluluktan sallansın. Üzülme olur mu? O yaprakları senden başka hangi ağaç bekler. Sakın üzülme. 

Ağaç: Üzülmüyorum küçük kız, sevildiğimi biliyorum. 

Keyifli okumalar. 

















Yorumlar