DRONGO


Drongo kuşu ve mirketlerin arasında geçenlerden haberiniz var mı? Eminim çoğunuzun haberi yoktur. Anlatmak bana kaldı öyleyse. Drongo kuşları, kuşlar âleminin en sinsi ve kurnaz kuşudur. Yalanı da pek sever. Peki, en çok kimi tuzaklarına düşürür? Tabii ki mirketleri. Drongo kuşları önce masum mirketlerin güvenini kazanır sonra yapacağını yapar. Bunu ise ustalıkla yaparlar.

Mirketler kendilerine uygun yiyecek ararken, drongo kuşu da onları izler. Mirketler ne zaman topraktan bir böcek ya da solucan tarzında lezzetli bir yiyecek çıkarsalar, drongo kuşu tehlike alarmı verir. Yakınlarda bir kartal görünmüştür ve drongo da öterek mirketleri tehlikeden kurtarır. Mirketler ise kendilerini kurtaran bu kuşu bir kahraman ilan ederler. 
Tekrar bulundukları yere geldikleri zaman, karınlarını doyuracak herhangi bir şeyler aramaya başlarlar. Bulduklarında ise drongo kuşu yine aynı şekilde öterek onları uyarır. Ama bu seferki uyarı sahte bir uyarıdır. Mirketler, kuşa güvendikleri için anında oradan uzaklaşırlar. Ortam drongo kuşuna kaldı böylelikle. Karnını doyurabilir. Mirketler bu olaydan sonra drongoya olan güvenlerini bitirmişlerdir. Artık ona güvenmeyecekler ama bu kuş çok kurnaz demiştim size.

Mirketler, Afrika çöllerinde kendilerine yiyecek bir şeyler ararken mutlaka gözlemci mirketler etrafı dikkatli bir şekilde tarar. Mirketler, gözlemci mirkete güvenmek zorundadır. Bunu riske atamazlar. Bunu elbette drongo kuşları da biliyor. Mirketler yine kendilerine uygun bir yerde solucan, karınca vb. şeyler ararken drongo kuşu sabırla onları izler. Mirketler lezzetli bir şey bulduğu anda drongo kuşu, mirket sesini taklit ederek uyarı verir. Tabii ki sahte bir uyarıdır. Mirketlerin bu sese güvenmekten başka çaresi olmadığından kaçarlar ve lezzetli solucan drongoya kalır. Kazanan elbette drongo oldu. Kurnaz bir kuş demiştim size.
Drongo; kurnaz, sinsi ve yalancı olabilir ama tatlıdır. Tatlı olmayan, insan drongolardır. O yüzden hayatta drongolara dikkat edin.

Yer: Sahilde bir bank.
1.PERDE

(Aktan bankta tek başına oturur. Yanında ise sadece bir kedi vardır.)
(Cambaz, tek başına oturan adamı görünce yanına gider.)
Cambaz: Uzaklara dalanlar aslında kendi içine dalıyor haberleri yok.
Aktan: Ne? Sen kimsin? Nereden çıktın böyle?
Cambaz: Ben Cambaz. Bir adamı, bir bank ve kedinin yanında görünce dehliz duygularına anlam yükleyeyim dedim.
Aktan: Beni zaten akıllısı bulmaz ki? Kardeşim hadi ikile. Seninle uğraşacak dermanım ve vaktim tükendi.
Cambaz: Görüyorum.
(Cambaz, adamın yanındaki boş yere oturur ve denize doğru bakmaya başlar.)
Aktan: Kime diyorum ben? Kardeşim bak bu kedi de takıldı peşime, şimdi de sen. Uzak durun benden.
Cambaz: Mama ver o zaman. Kedinin derdi belli.
Aktan: Yanımda yok.
Cambaz: O zaman bu kediye git diyemezsin.
Aktan: İyi o kalsın sen git o zaman. Yakında bir deli hastanesi olacak. Çattık ya.
Cambaz: O hastaneler iş görseydi, bankta oturan insan kalmazdı.
Aktan: Dostum, senin karmaşık cümlelerini anlayacak şekilde mi görünüyorum?
Cambaz: Anlat, neden bu kadar sinirlisin? Seni bu denli düşündüren şeyi merak ettim doğrusu.
Aktan: Kediyi merak öldürür demişler. Duymadın mı?
Cambaz: İnsanı da öldüren şeyler var.
(Aktan gülmeye başlar.)
Aktan: Haklısın. Senin kafanda bazı tahtalar kırık bu arada.
Cambaz: Hiç tahta olmamasından iyidir.
(Aktan güler.)
Aktan: Haklısın. Tahtalarımız ile var oluyoruz. Saçma sapan konuşturdun. Benim derdim korkacağım zamanın gelmesi.
Cambaz: Korkacağın zaman demek. Ne zaman korkarsın sen?
Aktan: Kuşlar ne zaman görmeyi bırakırsa, sahte ışıklar ne zaman yanarsa, dağlar ihtişamını ne zaman kaybederse, deniz ne zaman kararırsa ve gökte parlayanların vakti ne zamansa ben o zaman korkarım işte.
Cambaz: Karanlıktan korkuyorsun demek. Sende burada güneşe yalvarmaya mı geldin? Ne olur gitme, beni sensiz koyma falan.
Aktan: Hayır, sadece gündüzün tadını çıkartıyorum.
Cambaz: Bu şekilde mi?
Aktan: Ne yapayım istersin? Yapabildiğim en iyi şey bu.
Cambaz: Yapabildiğin en iyi şey buysa eğer, tanıdığım en beceriksiz ve aptal insansın.
Aktan: Sen kalkıp gitsene buradan. Durduk yere denize attıracaksın kendini.
Cambaz: Sen bu aptallıkla kendin düşersin o denize.
Aktan: Elimden bir kaza çıkacak be adam. Defol git şuradan. Bende durmuş senin gibi kendini bilmez deliye korkularımdan bahsediyorum.
Cambaz: Yaptığın en doğru şey bu arada. Sana yardımcı olmak niyeti içerisindeyim.
Aktan: Öyle mi? Nasıl bir yardımmış o? Aaa dur senin gibi deli ne der? Sürekli batıya doğru yürü, böylece güneşi kaybetmezsin falan mı?
(Cambaz kahkaha atar.)
Cambaz: Bu da bir çözüm tabi ama senin gibi durduğu yerde pinekleyen, uyuşuk bir tip için yorucu ve oldukça meşakkatli bir yol. Senin gibiler için daha basit ve durağan bir çözüm gerekli. Aklına böyle bir şey geliyor mu? Gelmez, çünkü korku senin aklını uçurmuş. O yüzden aptalsın dedim ya sana.
Aktan: Uzatma da söyle ne diyeceksen.
Cambaz: Sana bir sır vereyim mi? Okuduğum bir kitaptan gelecek olan bir sır. ‘İnsanlar kendilerini korkutan şeylere çok daha çabuk inanıyorlar.’
Aktan: Aynı kitapta, ‘Acaba ortalıkta bulaşıcı bir delilik mi var dersiniz?’ sorusu da geçer. Senin deli tarzının modası geçti kardeşim. Bilmece çözecek kadar da emekliye ayrılmadım. Sen kendine başka bir budala bul.
Cambaz: Öfkenin, hırsın, bilmem neyin peyda olduğu bu dünyada dürüst olmak, iyi olmak budalalıktır. Senin gibisini Dostoyevski bile kaçırmaz.
(Cambaz ve Aktan kahkaha atar.)
Aktan: Ağzından çıkan tek doğru cümle bu olabilir biliyor musun? Bu dünyada budala olmanın tanımını değiştirecek insanlar oldukça benim korkularım ve budalalığım sona ermez.
Cambaz: Senin budalalığın geçmez ama korkularının bitmesine yardımcı olabilirim.
Aktan: Nasıl olacak o?
Cambaz: Bize katılarak tabii ki.
Aktan: Siz mi? Siz kimsiniz?
Cambaz: Drongo cemiyetiyiz. Biz insanların mutluluğunu düşünen, onlar için çabalayan kişileriz. Bizi seçersen aydınlığa kavuşursun ama eğer ki seçmezsen karanlıkta kalırsın. Bize katıl ve soru sorma, biz ne istersek onu yap yeter.
Aktan: Ne isterseniz onu yapacağım demek. Peki, bu istekler nedir tam olarak?
Cambaz: Bizim hakkımızda tek bir olumsuz kelime kullanmayacaksın. Yeri geldiğinde öveceksin ve cemiyetimize adam toplamamızda bize yardım edeceksin. En önemlisi ise bu şekilde boş boş durmak yok. Çalışacak ve bize her ay cüzi bir miktar bağışta bulunacaksın.
Aktan: Diyelim ki bunların hepsine evet dedim. Benim korkularım nasıl geçecek be adam?
Cambaz: Seni asla karanlıkta koymayarak elbette. Tabi biraz da mama bağışlayabiliriz sana.
Aktan: Kulağa hoş geldi de mama ne alaka?
Cambaz: E bu kedi seni beklemekten kedi otuna dönüştü. Al işte, yalnızlığın da gider böylelikle. Ama önce bir isim ver hayvana.
Aktan: Bilemedim şimdi. Bu sevimli görüntüsünün altında bir aslan yatıyor olabilir. Evimi ve beni mahvetmesin?
Cambaz: Koca adam bir kediden de korkuyorsa artık ben ne diyeyim.
Aktan: Tamam tamam. Eve götüreyim bakalım.
Cambaz: E isim vermeyecek misin?
Aktan: Öyle pat diye nasıl isim bulabilirim be adam, bekle biraz.
Cambaz: Tamam sen düşün ben evrak çantamdan gerekli belgeleri çıkarayım.
(Cambaz yanında duran evrak çantasından belgelerini çıkarır.)
(Aktan kediye anlamsız bir şekilde bakar.)
Aktan: Sizi ne diye çağırıyorlardı? Hah! pisi pisi. Buna yakın bir şey olursa daha iyi olur gibi. Buldum, tamam. Senin adın Pisuk olsun.
Cambaz: Pisuk mu? Çok yeteneklisin yani isim konusunda.
(Cambaz kahkaha atar.)
Aktan: Basit olsun diye dedim. Hem kedi de yabancılık çekmez. Onlar pisi pisiye alışık. Neyse sen evrakları çıkarttın mı?
Cambaz: Hazırlar. Senden bir tane imza alsam ve sana ulaşabileceğimiz bilgileri eklesen yeter.
Aktan: Basitmiş.
Cambaz: Pisuk gibi mi?
Aktan: Ver de imza atayım artık.
(Cambaz elindeki kağıdı Aktan’a uzatır. Aktan önce düşünür sonra da isteksiz bir şekilde imzayı atar.)
Cambaz: Hayırlı olsun. Göreceksin bak, bizlerin yanında olduğun için her şey daha güzel olacak.
Aktan: Orasını zaman gösterecek. Doğru mu yaptım yanlış mı bilemiyorum ama ucunda korkulardan kurtulmak varsa ben tamamım.
Cambaz: Emin ol, çok mantıklı davrandın. Şimdi ben gidiyorum. Drongo sana minnettar.
Aktan: Git bakalım. Bende yeni arkadaşımla eve geçeyim. Gel Pisuk.
(Cambaz, Aktan ve Pisuk çıkarlar.)

2.PERDE
Yer: Doğum günü partisi

Sevi: Muhteşem bir ortam. İyi ki gelmişim. Benim doğum günüme de az kaldı zaten. Acaba kutlayan olur mu? Sevi saçmalama elbette kutlayan olacak. Sen herkesin doğum gününü kutladın.
Cambaz: İnsanlara bu kadar güvenmen iyi mi bilemedim.
Sevi: Sen kimsin?
Cambaz: Ben Cambaz. Dediklerini istemeden duymuş bulundum. Doğum günün yaklaşıyor demek.
Sevi: Şey, evet.
Cambaz: Hediye olarak ne bekliyorsun peki insanlardan.
Sevi: Aslında benim hiç kar kürem olmadı. İstesem elbette kendim de alabilirim ama almıyorum. Beni mest edecek o kar küresini hediye olarak bekliyorum.
Cambaz: Olmayacak.
Sevi: Neden öyle dedin ki? Hem sen nereden bilebilirsin?
Cambaz: Tahminlerim kuvvetlidir.
Sevi: Sen kimsin? Şu değişik tipine bir bakınca kim olduğunu tahmin etmek zor değil aslında. Yeşil uzun bir ceket, siyah dikdörtgen bir şapka ve ucu sivri çizmeler. Ya sen sirkten falan mı kaçtın?
Cambaz: Doğum günü var dediler, böyle geleyim dedim. Ne var? Hem ben ne giyersem giyeyim senin gibi insanlardan kar küresi bekleyecek kadar saf değilim. Sen kendi saf haline yan. Ben bunları istediğim an değiştiririm. Ya sen acınası kız, yapabilir misin?
Sevi: Ben saf değilim, acınası hiç değilim. Lütfen burayı terk et.
Cambaz: Ah be! Doğru söyleyeni on köyden de kovarlarmış. Ne kadar da gerçekmiş.
Sevi: Galiba dokuz olacak o. Hem soytarı hem de cahil.
Cambaz: Ha dokuz ha on. Sonuçta içerik önemli. Kovuluyor mu insan kovulmuyor mu?
Sevi: Sen gidecek misin?
Cambaz: Ben seni anladım galiba. Sen sevilmemekten, yalnız kalmaktan korkuyorsun.
Sevi: Öyle mi? Nasıl anladın bunu?
(Cambaz müziğin ritmi ile oynamaya başlar.)
Sevi: Deli, tam bir deli. Kime diyorum, hey!
Cambaz: Müzik ne hoş ama! Sen neyi bekliyorsun? Sihirli, dans eden ayakkabı falan mı?
Sevi: Başım döndü duracak mısın artık?
(Cambaz dans etmeyi bırakır.)
Cambaz: Tamam bıraktım.
Sevi: Neden öyle dedin. Sevilmemekten korkuyorsun falan işte.
Cambaz: Çok belli ediyorsun da ondan. Baksana, kendini dansın ritmine bırakamayacak kadar dolusun. Çok düşünürsen bulunduğun yerden haz alamazsın. Tonlarca insan var burada, aralarına katılsana.
Sevi: İzin verirsen katılacağım elbette.
Cambaz: Kafka der ki: Az insan, az eşya ve bolca mutluluk. Bunu bugün daha iyi anladım galiba?
Sevi: O dediğin kişiyi tanımıyorum. Ne dediği de umurumda değil.
Cambaz: Cahil ortaya çıktı desene.
(Cambaz kahkaha atar.)
Sevi: Beni rahat bırakır mısın? Gerçekten moralimi bozdun.
Cambaz: Sana bir şey sormak istiyorum.
Sevi: Sor.
Cambaz: Sen şuan bir örümceğe dönüşsen, sence yanında kimler kalır?
Sevi: Şaka mısın sen? Bu ne tuhaf bir soru. Ben neden bir örümceğe dönüşeyim? Yok, sen tımarhaneden falan kaçtın.
Cambaz: Hadi, cevap ver bekliyorum. Sen düşün, ben yemediğin şu pastayı yiyeyim.
(Cambaz masadaki pastayı hızlı hızlı yemeye başlar.)
Sevi: Yavaş yesene ya. Bir de ağzını şapırdatma, en nefret ettiğim şeydir.
Cambaz: Tadı bu şekilde çıkıyor, ne yapayım?
Sevi: Hadi, hemen bitir o zaman.
Cambaz: Sen soruya vereceğin yanıtı düşün.
Sevi: Yani, diyelim ki bir örümceğe dönüştüm. Tam bir saçmalık bu arada. Hadi dönüştüm. Yanımda galiba en yakınlarım olurdu. Ailem, dostlarım falan işte.
Cambaz: Dostların örümcek sever mi?
Sevi: Örümceği kim sever acaba? Tavşan mı bu? Dur bir dakika senin gibi biri sevebilir ama. Pek bir farkınız yok.
Cambaz: Doğru ben severim. Onlara baktıkça hep düşünürüm. Bir örümcek olsaydım, onlar gibi yalnız kalırdım. Örümcekleri kimse sevmez çünkü.
Sevi: Örümcekler hayat felsefen olmuş gibi konuşuyorsun.
Cambaz: Öyle tabi. Onlar bana senin gibi saf olmamam gerektiğini hatırlatıyor.
Sevi: Ben saf değilim. Hediye bekliyorum diye ya da doğum günümü düşünüyorum diye niye saf oluyorum anlamadım.
Cambaz: Sen insanların seni sevmemesinden korkuyorsun. Bu en büyük saflık bence. Bu korku kalbinde öyle büyük bir yer kaplamış ki, bulunduğun yere ait olamıyorsun. Kafan hep daha gelmemiş olan yalnızlığında. Oysa bu korkularını düşünmeden dans etsen ve yüzündeki şu soğukluk kaybolsa ne iyi olurdu. İnsanlara takılma. Sen örümcek olsan yanında kimlerin kalacağını düşün. Bak nasıl her şey değişiyor. Her şey anında buharlaşıyor değil mi?
Sevi: Garip bir adamsın ama haklı gibisin. Ben senin dediğin gibiyim galiba? Sevilmemekten, doğum günümde yalnız kalmaktan korkuyorum ama korkularımın bir faydası yok. Benim hiç kar kürem olmayacak.
(Sevi’nin gözünden yaşlar süzülmeye başlar.)
(Cambaz masadan bir peçete alıp, Sevi’ye uzatır.)
Cambaz: Sana yardım edebilirim.
Sevi: Kar küresi mi alacaksın?
(Sevi kahkaha atar.)
Cambaz: Kendin al. Sana sadece korkularından kurtulmanın anahtarını verebilirim.
Sevi: Galiba buna hayır demem imkânsız. Nasıl olacak o?
Cambaz: Bize katılarak tabii ki.
Sevi: Siz mi?
Cambaz: Drongo cemiyeti. Korkularından kurtulmanın tek seçeneği. Eğer bize katılırsan yalnızlık seni korkutmayacak. Yapman gerekenler çok basit. Bizim hakkımızda kötü şeyler söylemeyeceksin, gerekirse bizi öveceksin ve çalıştığın yerden aldığın maaştan bize her ay cüzi bir yardımda bulunacaksın.
Sevi: Benim elime ne geçecek tam olarak?
Cambaz: Sen artık yalnızlıktan korkmayacaksın. Cemiyette yeni insanlar tanıyacak ve seveceksin. Tanımasan da sorun değil, biz varsak her türlü senin korkuların yok olacak. Lakin bize katılmazsan bu korku, sekiz bacağı ile senin peşinden ayrılmaz. Bak, biz insanların mutluluğu için çalışan insanlarız. Bu zamana kadar ne korkular ne mutsuzluklar tanıdım bilemezsin. Senin korkun ne ki? Anında çözülür. Biz ne korkuların üstesinden geldik. Bize katıl ve hayatını yaşa tatlım.
Sevi: Bilemiyorum.
Cambaz: Hadi ama bilemeyecek ne var? Katıl, eğer korkularından kurtulamazsan geri ayrılırsın.
Sevi: İyi, peki.
Cambaz: Tamamdır. Şimdi evrak çantamı bulmam gerekiyor.
(Cambaz masanın altından çantasını alır.)
Sevi: Ne ara koydun o çantayı oraya?
Cambaz: Senin aklın havadayken.
(Cambaz pis pis güler.)
(Cambaz çantasından evrakları çıkarır ve masaya koyar.)
Cambaz: Şuraya bilgilerini gireceksin ve hemen altına bir imza atarsan bu iş tamamdır.
Sevi: Tamam.
(Sevi, Cambazın dediklerini yapar.)
Cambaz: Aramıza hoş geldin. İnan bana çok mutlu olacaksın ve bu hayatta kimsenin seni sevmesine bile ihtiyacın olmayacak.
Sevi: İstediğim de tam olarak bunlar zaten. Bir de lütfen şu saçma kıyafetlerinden kurtul.
Cambaz: Onlardan kurtulmak en kolayı. Ben kaçar, kendine iyi bak. Drongo sana minnettar.

3.PERDE
Yer: Tren rayları

Mahir: Şuraya da taş gelmiş bak. Ya ben bunları temizlemeden bu tren hareket etseydi ne olacaktı? Düşüncesi bile felaket.
Cambaz: Karşılaştığım en garip insan olabilirsin. Derdin ne kardeşim senin?
Mahir: A sen de kimsin böyle?
Cambaz: Ben Cambazım. Buralarda insan ararım ve ne göreyim? İnsanlar arasındaki en tuhaf insanı buldum. Benim kadar şanslısı Şam da kayısı.
Mahir: Burada mı? Neden?
Cambaz: En ilginç insanı burada bulabileceğimi düşündüm de o yüzden. Ama haklıymışım. Baksana seni buldum.
Mahir: Aslında iyi oldu biliyor musun? Yol sıkıcı ama yalnız çekilen yol daha bir sıkıcı. Bana arkadaş olursun ne güzel.
Cambaz: İlk defa beni gördüğüne sevinen bir insan var. Bu işte bir gariplik olmalı.
Mahir: Niye? Seni gördüğüne sevinen insan hiç olmadı mı hayatında?
Cambaz: İlk görenler genelde sevmezler beni. Sen beni sevince garipsedim.
Mahir: Niye sevmesinler canım seni? Baksana bal gibisin. Cidden bal gibisin. Bu turuncu takımı çok aradın mı dostum?
Cambaz: Arı gibi çalışan bir insana en uygun elbise bu olur diye düşündüm.
Mahir: Arı gibi mi? Bilemedim, daha çok işçi arılar seni beslemiş gibi görünüyor ama neyse.
(Cambaz gülmeye başlar.)
Mahir: Haklıyım ya, gül tabi.
Cambaz: Biliyor musun, bu dediğin de doğru. Doğru olduğunu da ileride göreceksin.
Mahir: Garipsin.
Cambaz: Sen yani garip olmayan adam, ne yapıyorsun burada?
Mahir: Yarın önemli bir yolculuğum var. Bende o yolculukta başıma bir şey gelmesin diye tren raylarını kontrol ediyorum. Taş ya da bir kütük varsa çekiyorum. Otlar uzadıysa kopartıyorum.
Cambaz: Ot falan olmaz burada. Şu taşları görüyor musun? Onların çok ciddi görevleri vardır burada?
Mahir: Zaten uzayan ot falan görmedim hiç. Cahil olmak başa bela.
Cambaz: Cahil olmaktan başka bir sorun var burada. Şimdi sen yarın bir yolculuk yapacaksın ve gideceğin yere önceden rayları takip ederek gidiyorsun. Doğru mu anlattım?
Mahir: Evet. Gideceğim yere kadar kontrol etmem gerek. Ya başıma yoldayken bir şey gelirse?
Cambaz: Peki, oraya gittiğinde ne yapacaksın?
Mahir: Gönül rahatlığı ile geri dönüp trene bineceğim.
Cambaz: Buna cahillik demiyorlar bu arada. Üstelik cahillik mutluluktur bu aptal dünyada. Sen salak mısın? Zaten gideceğin yere gitmişsin, niye geri dönüyorsun?
Mahir: Haklısın ama ya tren biletim ne olacak?
Cambaz: O bileti almış olman bile hata. Zaten ayaklarını çok işlevsel kullanıyorsun. Bir araca ihtiyacın yok.
Mahir: O daha hızlı.
Cambaz: Korkular insanı aptallaştırır derler ama sen başka bir boyuttasın. Ben senin derdini anladım.
Mahir: Ne anladın?
Cambaz: Sen gelecekten korkuyorsun. Ölmekten, başına kötü şeylerin gelmesinden korkuyorsun.
Mahir: Korkuyorum.
Cambaz: Bu korkundan ötürü her detayı düşünüyorsun, düşünmekten ve düşüncelerden kaçma yöntemin de aptalca işler. Haksız mıyım?
Mahir: Haklısın. Kafamın içinde susmayan ve korkudan ölen bir adam var.
Cambaz: Ama karşına ben çıktım. Tıpkı o çölde kalmış pilot gibi şanslı bir adamsın.
Mahir: Kim gibi?
Cambaz: Bir adam. Sen tanımazsın. Zamanında uçağı bir çöle düşüyor ve karşısında bir çocuk beliriyor. Düşünsene, çölün ortasında aç ve susuz kaldığını. Neyse sen düşünme. İşte o çölde kimseler yok ama sarı kafalı bir çocuk geliyor ve senden bir koyun çizmeni istiyor.
Mahir: Ben olsam çizmezdim. Benim orada aklım başımdan giderken bir çocuğa koyun çizmeyi bırak o çocuğa adımı bile söyleyemezdim.
Cambaz: Tahmin etmem zor değil. Lakin o adam çizdi. Hem de birkaç defa. Çünkü başına gelen şey oldukça saçmaydı ve çizmek istedi.
Mahir: Sonra ne oldu?
Cambaz: Adam bir kutu çizdi ve çocuğa istediğin koyun bunun içinde dedi. Sarı kafalı çocuk çok beğendi koyunu. Havalara uçtu. Sonra o pilotla kendi gizemini konuştu. Hem de çölün tam ortasında.
Mahir: Adam ölecek haberi yok.
Cambaz: Peki, bu çocukla ilgili hiçbir şey merak etmiyor musun?
Mahir: Ediyorum. Oraya nereden gelmiş?
Cambaz: Bizim pilotta bunu baya bir merak etmiş. Çünkü çocuğun ağzından çıkanlar tam bir bilmeceymiş. Konuştukça konuşmuş onunla. Evinin yani gezegeninin çok küçük olduğunu öğrenmiş.
Mahir: Gezegen mi? Uzaydan mı gelmiş?
Cambaz: Kendi gezegeni öyle küçükmüş ki, başka bir insana yer bulmak bile güç bir işmiş. Hatta o çocuk o gezegende bir gül ile birlikte yaşıyormuş. Bir de koyunu oldu tabii ki.
Mahir: Bu gerçek mi yoksa masal mı?
Cambaz: Küçücük bir noktada yaşıyor olmak kadar diyelim. Neyin masal neyin gerçek olduğu tartışılır.
Mahir: Kafam karıştı. Sen anlat.
Cambaz: O gezegende bir gül, bir çocuk birlikte yaşıyorlarmış. Sonra çocuk göçmen kuşlar ile birlikte maceraya çıkmış. Pilota uğradığı diğer gezegenlerden bahsetmiş. Bazılarının çok ciddi işleri ve gereksiz kaygıları olduğunu görmüş. Hepsini tek tek bizim pilota anlatmış. Hatta bir adam gökyüzündeki yıldızları satın alıyormuş.
Mahir: Ama bu imkânsız.
Cambaz: Oldukça da gereksiz. Tıpkı senin yaptığın gibi.
(Mahir konuşmadan Cambaz’a bakar. Diyecek söz bulamamıştır.)
Cambaz: Sen de biliyorsun, gökyüzündeki yıldızlara kimse dokunamaz. Ben devam edeyim. Pilot artık tamamen çocuğa odaklanmış. Uçak falan hepsi anlamsız kalmış gözünde. O çölde bir çocuk gelmiş ve bir koyun istemiş. Bunlar daha gerekliymiş.
Mahir: Bu saçma işte. Oradan kurtulması daha iyi olur.
Cambaz: Dinle. Çocuk, pilota daha çok şey anlatmış. Dünya adlı gezegene geldiği zaman gördüklerini. Gülleri ve tilkiyi. Bizim pilot onu sabırla dinlemiş. Sonunda da bizim çocuğun gitmesi gerekmiş.
Mahir: Ya adam ne olacak?
Cambaz: Adam oradan kurtuldu. Aradan yıllar geçince de başına gelen bu efsane olayı bir kitap olarak yazdı. Adı Küçük Prens. Okumanı tavsiye ederim. Güzel ve anlamlı bir kitaptır.
Mahir: Bana bunu neden anlattın? Ne oldu yani?
Cambaz: Sen cidden buradan hiçbir şey anlamadın mı? Bu kadar mı odaklandın korkuya?
Mahir: Ben adam kurtulmuş mu ona bakarım. Sonunda da kurtuldu. Adam için de bu önemli olmalı.
Cambaz: O adam kurtulmaya odaklansaydı küçük prensi göremezdi. Senin kaçırdığın nokta bu. Sende korkuya öyle odaklanmışsın ki doğruyu ve mantıklı olanı göremiyorsun.
Mahir: Ne yapayım? Sarı kafalı bir çocuk mu bekleyeyim yoksa karşımdaki turunculu adama koyun mu çizeyim? Ne yapayım?
Cambaz: Beni dinle sadece.
(Mahir öfkeyle konuşur.)
Mahir: Ne dinleyeyim? Geçmişsin karşıma salak saçma koyun hikayesi anlatıp duruyorsun. Ben de durmuş seni dinliyorum.
Cambaz: Sakin ol. Bu şekilde yapamayız bak.
Mahir: Sakinim ben. Yalnız bırak beni.
Cambaz: Seni yalnız bırakamam. Artık çok geç.
Mahir: Hangi gezegenin adamıysan oraya git. Belki bir gül vardır ha!
Cambaz: O adam o çocuğa koyun çizmeseydi ve korkuya odaklansaydı ne olurdu sence?
Mahir: Neyin doğru olduğunu görürdü.
Cambaz: Ben bu hayatta korkularına odaklanıp yol giden insan görmedim. Korkular seni hayatta tutabilir belki ama öldürdüğü çok şey olur.
Mahir: Ne gibi şeyler?
Cambaz: İnsanı insan yapan aklı ve kalbidir. Aklında parazitler dolanmaya başladıkça kalbinin pek hükmü olmaz artık. Şöyle düşün; insan hem bedenen hem de ruhen vardır. Senin bedenini belki korkuların korur ama ruhunu koruyan ayrıdır. Ruhunu besleyen şeyler, bedenini besleyenlerden çok ayrıdır.
Mahir: Ben, ben böyle olsun istemezdim.
Cambaz: Böyle olması senin suçun değil. Lakin böyle devam etmen senin suçun olabilir.
Mahir: Ne yapacağım peki?
Cambaz: Sana yardım edeceğim bu konuda.
Mahir: Et hadi, nasıl edeceksin görelim.
Cambaz: Önce bize katılacaksın. Sonra seni güvenilir bir yere alacağız. Böylelikle artık düşünceler de korkularda uzaya gidecek.
Mahir: Nedense komple beni uzaya göndereceksin gibi hissettim.
(Mahir tek kaşını kaldırıp baştan ayağa Cambaz’ı izler.)
(Cambaz yüksek sesli bir kahkaha patlatır.)
Cambaz: Uzun zamandır böyle gülmemiştim. Komik adamsın.
Mahir: Komik olan ben değilim. Sensin. Ben yıllardır yenemedim bu korkuyu, sen iki dakikada çözeriz diyorsun.
Cambaz: Sen yapamazsın ama yapılmasına olanak tanırsan seni bu korkularından kurtarabiliriz.
Mahir: Siz kimsiniz ya? Bana onu bir anlat.
Cambaz: Ben Drongo cemiyetindenim. İnsanların huzurlu bir yaşam sürmesini amaçlayan bir cemiyetiz. Senin gibi korkularının esiri olmuş insanları bulup onlara bir şans veriyoruz.
Mahir: Bu ismi daha önce hiç duymadım.
Cambaz: Şimdi duydun.
Mahir: Şimdi size katıldım diyelim. Ne olacak? Ben tam olarak ne yapacağım ve siz benden ne alacaksınız?
Cambaz: Sen bize katıldığında pek bir şey yapmana gerek kalmayacak. Sadece cemiyetin duyulması için biraz övgü ve maddi küçük bir destek. Biz de senin güvenli bir ortamda olmanı sağlayacağız, başına bir şeyin gelmemesi için çalışacağız. Geçtiğin yolları senin yerine biz kontrol edeceğiz. Sende ailenle birlikte huzurlu bir yaşam süreceksin ve korkusuzca mesleğini yapıp güzel kazançlar elde edeceksin. Kısacası sen büyüdükçe biz de güçleneceğiz.
Mahir: Kafam çok karıştı benim.
Cambaz: Tam olarak neresi karıştı?
Mahir: Yani benim korkularımı siz mi sırtlanacaksınız? Ben tamamen bu korkular bitecek sanmıştım ama sen gelmişsin bana senin yaptıklarını biz yapacağız diyorsun.
Cambaz: Haklısın. Düşününce, orayı sana biraz karışık anlattım dostum. Sen bu korkuyla alışkanlık haline getirdiğin davranışları bize rapor halinde sunacaksın ve bizde bazı ayarlamalar yapıp bu alışkanlıklarını üstleneceğiz. Zaman geçtikçe de sen bu alışkanlıklarını yapmadığın vakit unutup gideceksin. Korkular da, alışkanlıklar da buharlaşacak hayatından. Sadece dediğim gibi bir süre biz yapacağız senin yerine.
Mahir: Düşününce mantıklı geldi. Ben de yapmaya yapmaya unutacağım ve kurtulacağım. Tamam katılıyorum size.
Cambaz: Çok doğru bir karar verdin. Kutlarım seni.
(Cambaz, turuncu çantasından bazı evrakları çıkartır.)
Cambaz: Şimdi yapman gereken sadece şuraya bilgilerini eklemek ve hemen altına imzanı atmak. Bu kadar basit.
(Mahir, Cambaz’ın dediklerini yapar.)
Mahir: Korkularımdan kurtulmak benim için imkânsız bir şeydi. Sen benim karşıma nereden çıktın be adam?
Cambaz: Göçmen kuşlar vasıtasıyla geldim.
(İkisi de gülmeye başlar.)
Mahir: O kitabı mutlaka okuyacağım. Bu dünyada önemli olan şeyleri kaçıran bir insan olmak istemiyorum artık.
Cambaz: Önemli olan şey nedir?
Mahir: Bilmemektir. Hayata mucizeler katan da insanın bilmemesidir. Ben bu tren yolculuğunda başıma ne gelir bilemem. Ya iyi şeyler ya da kötü şeyler. Bunu kontrol edemem. Korkularım yüzünden kontrol etmeye çalıştım ama boş şeyler yaptım.
Cambaz: Artık bunun böyle olmaması için de bir adım attın. Geriye odaklanma, önüne bak.
Mahir: Seni tanımak çok güzeldi. Garip bir adamsın ama bana çok büyük bir iyilik yaptın. Çok sağ ol.
Cambaz: Bu benim görevim.
Mahir: Buraya hangi gezegenden düştün bilemiyorum ama o gezegeni hayli merak ettim.
Cambaz: Ben de bu gezegende yaşıyorum. Aptallık baki galiba?
Mahir: Ayıp oluyor ama.
Cambaz: Şaka şaka.
Mahir: Sen o kitaptaki küçük prenssin diye dedim.
Cambaz: Öyle miyim? Değilim aslında. Sana bir sır vereyim. O kitaptaki küçük prens, gül, pilot umurumda bile değil. Benim favori karakterim tilkidir.
Mahir: Neden?
Cambaz: Başak tarlasını sever misin? Ben pek sevmiyorum.
Mahir: Anlamadım.
Cambaz: Neyse bakalım. Aramıza katıldığın için çok mutluyum. Kendine iyi bak. Drongo sana minnettar.

4.PERDE
Yer: Dağ zirvesi

Ural: Çıktım buraya, niye çıktım ben? Aptallık ettim. Yapmayacaktım. O çiçek de burada yok zaten. Ah Ural aptallık ettin. Nasıl ineceksin şimdi?
Cambaz: Buraya çıkmak aptallık mı senin için?
(Ural korkudan ayağı kayar ve yere düşer.)
Ural: Sen de kimsin? Bir anda nasıl geldin buraya?
Cambaz: Sen kendi gölgesinden korkanlardan mısın?
(Ural ayağa kalkar.)
Ural: Hayır tabii ki. Bir anda ortaya çıkınca dengemi kaybettim. Bir şey düşünüyordum.
Cambaz: Fark ettim. Sanki buraya bir nedenden ötürü çıkmak zorunda kalmışsın da pişman olup gidecek gibi görünüyordun. Bir şey daha var. Gitmek istiyor da yapamıyor gibi de görünüyordun.
Ural: Aferin koca ve beyaz ayıcık. Öyle mi görünüyordum cidden.
(Cambaz güler.)
Cambaz: Güzeldi. Beni güldürdün.
Ural: Bu beyaz ayı kostümüyle sen ne yapıyorsun burada?
Cambaz: Yastığımı arıyordum malum artık havalar soğudu. Kış uykusu falan işte.
Ural: Kimle konuşuyorum ben ya. Dağın zirvesinde yaşadığım şeye bak.
Cambaz: Herkese nasip olmaz.
Ural: Doğru olmaz. Bana denk gelir zaten.
Cambaz: E ne yapıyorsun burada isimsiz kahraman.
Ural: Adım Ural. Burada bir çiçek arıyorum. Doğa fotoğrafçısıyım ben.
Cambaz: Adını bile dağdan almış bir fotoğrafçı. Ben de Cambaz, adımı yeteneklerimden alırım.
Ural: Öyle mi? İsmin de senin gibi bir değişik. E buradan iple mi ineceksin Cambaz. Neyi bekliyorsun?
Cambaz: A dur, ben anladım galiba? Sen diyorsun ki, ben inmeyi beceremedim sen nasıl ineceksin diye ağzımı arıyorsun. Doğru mu anlamışım?
Ural: Hayal gücün de üstündeki kostüm kadar saçma bu arada dostum. Bildiğin dağ işte, nasıl çıkıldıysa öyle inilir.
Cambaz: Öyle tabi. Ağacın dalına binmeye benzer. Kolayca çıkarsın sonra inmek bazılarına hayli güçleşir.
Ural: Ben o bazılarından değilim elbette.
Cambaz: Göreceğiz. Sen hangi çiçeği arıyorsun bakalım?
Ural: Yemediysen eğer, ‘Dağ Çiçeklerinin Kraliçesi’ adlı çiçeği arıyorum. Diğer ismi Alp Yıldızı.
Cambaz: Yemiş olma ihtimalimi gözden çıkaralım. Çiçek sevmiyorum. Daha önce hiç duymamıştım bu isimde bir çiçek ama hayli meraklandım.
Ural: Özel bir çiçektir. Yetiştiği yere ulaşmakta güç bir iştir. Alp dağlarında yetişir. Onun fotoğrafını çekmek istiyorum ama bulamadım.
Cambaz: Onu özel kılan şey nedir peki?
Ural: Burada yaşıyor olması işte.
Cambaz: Bu kadar mı? Biraz edebiyat katsaydın be fotoğrafçı.
Ural: Edebiyat sevmiyorum ben. Güzel ve özel olan güzeldir işte. Betimleme yapmak zaman kaybetmek.
Cambaz: Ben tam tersi. Bayılırım betimleme yapmaya. Abarta abarta bitiremem bazı şeyleri. Överim de överim.
Ural: Tamam anladık. Sus artık. Burada seninle konuşmakta benim için baya bir kayıp. İzin ver de işimi halledeyim arkadaşım.
Cambaz: O çiçeği bulmak insana mutluluk getiriyormuş. Öyle diyorlar yani.
Ural: Hani bilmiyordun çiçeği?
Cambaz: Yeni hatırladım. Bir kitapta geçiyordu.
Ural: Öyle mi? Başka ne yazıyordu orada?
Cambaz: Minicik kurutulmuş bir çiçek gördüm. Olağanüstü güzeldi… Yıldız gibi bir şey… Çiçeğin ışık saçtığına yemin edebilirim… Sayfaların içinde yıldız gibi parlıyordu…
Ural: Öyledir. Yıldızlara en yakın çiçektir. Yalnız görünüş itibariyle değil, yetiştiği yer de yıldızlara yakındır. Bazıları için de hayaldir.
Cambaz: Senin için hayalden de ötesiymiş baksana.
Ural: Öyle. Ben kendimi bildim bileli hep fotoğraf çektim. Doğanın her yüzünü kameramda sakladım. Aklımda ise hep bu çiçek kaldı. Alp Yıldızı. Yıldız gibi bir çiçek. Beyaz yapraklarının ortasında sarı top top noktalar bulunur. Onu bulmak güç iştir ama güzel iştir.
Cambaz: Galiba ondan mutluluk getiriyor bu çiçek?
Ural: Nasıl?
Cambaz: Bulunması zor bir çiçek. Aramak zahmetli ve insan onca emeğinin karşılığını görmek ister. O çiçeği de bulunca tüm yorgunluklar biter ve aklında onu bulmanın vermiş olduğu huzur kalır. Başarma hissi kalır. Yoksa bir çiçek sana nasıl mutluluk verebilir? Onu arayan sensin, bulacak olan da sensin. Çiçeğin bir görevi yok burada. Mutluluğu kendine sağlayan da sen olacaksın.
Ural: Mantıklı konuştun. Ama onu bulmak istemem ondan mutluluk beklediğim için değil.
Cambaz: Nedir peki?
Ural: Dışarıya çıksan, bir çöp dahi arasan bulacağın şey sadece kendinden bir parça olur. İnsan bu dünyada sadece kendisini arar, aksi mümkün değil. Her yol ruhunda derin yaraları onarır ve camda gördüğün sadece kendi yansıman olur. Derler ya ip cambazı, neye nasıl bakarsan onu görürsün diye. Senin gözünden bakılan bu dünyaya yabancılar giremez.
Cambaz: Karşılaştığım en gerçekçi insansın. Aklıma bir alıntı getirdin. ‘Bu yıldızların altında senden bir tane daha yok çaylak! Sen, sen olasın, sen olarak iyi olasın diye sen olarak yaratıldın!’
Ural: Çaylak ile Filozof demek.
Cambaz: Sevdiğim kitaplardan birisi. Çocuk kitabıdır bu arada. Kazık kadar insan da olsan, çocuk kitabı sana bir şey öğretir.
Ural: Haklısın. Bir alıntı da ben ekleyeyim o zaman. ‘Kimse senin aklından geçirdiğin şeyleri, senin aklından geçirdiğin gibi geçiremez. Kimse senin kalbin gibi sevemez. Kimse senin hayal ettiğin gibi hayal edemez. Sen bu kâinatta, sen olarak değerlisin Çaylak! Ve sen olarak bir başkasının asla dolduramayacağı bir yerin var! Senden başka biri olman beklenseydi, başka biri olarak yaratılırdın! Ve eğer başka biri olmak istiyorsan, çok özel ve başka biri… O zaman kendin ol!’
Cambaz: Peki sen, sen misin?
Ural: Ben kimim bilmiyorum. Bazen kaybederiz ya, ben de kaybettim. O yüzden bir arayış halindeyim.
Cambaz: Benim de yastığımı bulmam gerek.
(İkisi de güler.)
Ural: Mizahta biraz sorun var.
Cambaz: Olabilir, ben buyum.
Ural: Ben, ben miyim orasını bilemiyorum.
Cambaz: Anlat kendini.
Ural: Ben ergenlik döneminde bir hobi edindim. Fotoğraf çekmek. Zamanla kendimi fotoğraf çekerken mutlu hissettiğimi fark ettim. Kuşları çekerken, kedileri, köpekleri, dağı ya da taşı ne olursa olsun her daim mutluydum. Bazen öyle fotoğraflar çekiyordum ki tamamen şans ya da mucize ile oluyordu. Karar verdim. Ben kendimi fotoğraf çekerken bulmuştum ve orada kalmaya niyetliydim. Lakin kendimi kaybettiğim bir nokta vardı. Korkum. Benim yükseklik korkum vardı. Yükseklere çıkıp fotoğraf çekmek benim için oldukça zordu ama istiyordum. Ben kendimi korkularımda değil fotoğraflarda buluyordum. Bu korku benim en çok sevdiğim mesleğimden uzaklaştırmaya başladı. Artık kameramı gördükçe aklıma korkum gelmeye başladı ve uzaklaştım. Kameramı kaldırdım ve korkumla yalnız kaldım. Bunu yapınca ne anladım biliyor musun? İnsan kendisinden uzaklaştıkça mutsuz oluyormuş, bunu fark ettim. Karar verdim ve korkumla yüzleşmek için buraya geldim. Hayalimi, korkularımın ardına atmamaya karar verdim. Aslında sana dediğim gibi, kendimi bulmaya karar verdim.
Cambaz: Güzel bir hikâyeymiş. Sen şimdi kendini kaybettin ve aramaya çıktın demek.
Ural: Öyle. Kendimi bulmam gerek yoksa kaybolmuş birisi olarak tarihe geçeceğim.
Cambaz: Tarih pek ilgilenmez bu konuyla, geçmezsin merak etme.
Ural: Biraz sinir bozucu bir adamsın.
Cambaz: Theseus’un gemisini hiç duydun mu?
Ural: Tek bildiğim Titanik.
Cambaz: Bu daha iyi. Theseus’un gemisi tam bir paradoks. Atina’nın kurucusu Theseus, otuz kürekli bir gemi ile Girit’e gitti. Orada yarısı insan yarısı boğa olan Minaotaur’u alt eder. Bunun üzerine gemi, Atina’ya döner. Atina halkı büyük bir coşku ile karşılar Theseus’u. Bu büyük ve anlamlı zaferin anısına gemi korumaya alınır. Zaman geçer ve Theseus ölür ve yıllar geçerken de gemi tabii ki çürümeye başlar. Atina halkı geminin eskiyen parçalarını yenileriyle değiştirmeye başlar. Öyle bir zaman gelir ki geminin değişmeyen tek bir parçası dahi kalmaz.
Ural: O zaman akıllarda tek soru, bu gemi kimin?
Cambaz: Kesinlikle. Kimileri bu gemi hala Theseus’un gemisi derken bazıları, hayır bu gemi artık onun gemisi değil diyorlar. Felsefeye konu oldu bu durum. Şimdi sence o gemi Theseus’un gemisi mi?
Ural: Bence artık onun gemisi değil. Sonuçta geminin projesi ona ait ama Theseus’un dokunduğu tüm parçalar yok oldu. Yeni parçalar yerine kondu ama Theseus’un zafer kazandığı o gemi geçmişte kaldı.
Cambaz: Bence o gemi hala onun gemisi. O gemiye baktığımız zaman aklımıza başka birisi gelmeyecek. Kimse bu gemi Cambaz’ın demeyecek. O gemi ruhuyla Theseus’un gemisi olarak kalacak. Birisi gelse şurada o gemiyi çizse, yine onun gemisi olacak. Parçalar o eski parçaları olmasa da gemi aynı gemi. Ruh aynı ruh. Bunu şey gibi düşün, kabuk değiştirmek. Salyangoz eski kabuğunu bırakınca salyangoz değişmiyor. Yine aynı canlı ama kabuğu farklı. Ya da kertenkele kopan kuyruğunu yenilediği zaman başka bir kertenkeleye dönüşmüyor.
Ural: Ama bu değişimi kertenkele kendisi yapıyor. Theseus gelip de geminin parçalarını değiştirmedi. Bunu başka insanlar yaptı.
Cambaz: Ölmeseydi elbette kendisi yapardı. Bu durum bir şeyi değiştirmez.
Ural: Nasıl değiştirmez?
Cambaz: Şimdi sen şu ilerideki kayalıklara kendi başına da gitsen, sırtımda ben de götürsem giden sensin. Aracı, burada bir şeyi belirlemez. Geminin parçalarını Theseus değiştirse de değiştirmese de o gemi ona ait.
Ural: Benim parçalarım değişmedi ki, sadece konumum değişti.
Cambaz: Tamam, diyelim ki sana böbrek nâkili yaptık. Değiştin mi? Bunu sen yapmadın, doktorlar yaptı. Sen kimsin o vakit?
Ural: Haklısın galiba. Ben yine aynı benim.
Cambaz: Kısaca sen her zaman aynı sensin. Kendini kaybetsen de aradığın ve bulacağın yine kendin olacak çünkü kaybettiğin bir şey yok.
Ural: Galiba haklısın, ben kendimi kaybettim sandım ama aslında kaybetmedim. Sesini duyamadım o kadar. Sağ ol be Cambaz. Şu dağın zirvesinde bana ne kadar iyi geldin. Bir de şu korkumu nasıl yeneceğim onu da söylersen ne iyi olur.
Cambaz: Normalde gel Drongo cemiyetine katıl derdim ama demeyeceğim. Sen, sen olarak o korkunu yeneceksin biliyorum. Seninle konuşurken ben de bir şey fark ettim. Yalancı bir insan değilim ve asla sana yalan söylemiyorum. Yeneceksin.
Ural: Drongo mu? O ne?
Cambaz: İnsanları korkularından ötürü köleleştiren bir cemiyet. Bunu bilmen yeter. Bu arada aradığın çiçek ileride kayanın dibinde.
Ural: Ne? Neden daha önce söylemedin?
Cambaz: Konuşmak için.
Ural: Sen onlardan değilsin Cambaz. Teşekkür ederim.
(Ural, çiçeğin yanına gider ve fotoğrafı çeker.)
Cambaz: Ural, Cambaz sana minnettar.

5.SAHNE
YER: Drongo Cemiyeti Mahkeme Salonu

Drongo: Sen, sen benim en güvendiğim yalancı kuştun. Ahmaklık ettin. Bir dağcının sözlerinden dolayı kendini ne hale düşürdün?
Cambaz: Fotoğrafçı
Drongo: Ne? Küstah!
Cambaz: Ben artık yokum. Kuş sevmiyorum, sürüngenler kulübüne katılmaya karar verdim.
Drongo: Sen ne cesaretle burada bu şekilde konuşabiliyorsun? Aptal adam!
Drongo topluluğu: Atın bu adamı hücreye! Atın bu deliyi!
Cambaz: Size onca hizmette bulundum. Sayısız köle getirdim. Hem de onları yalancı kuşun zekâsıyla yaptım. Önce bana güvendiler sonra buranın kölesi oldular. Ama hala gidin sorun hiçbir şey fark etmediler. Korkuları geçmedi ve geçecek ümidi ile bekliyorlar. Üstelik bizden ayrılırlarsa her şey daha kötü olur diyerek onların üzerlerine bir korku daha ekledim. Hepsi köleniz oldu. Benim sayemde. Artık emekliye ayrılıp, yaşlı sohbeti yapmamın vakti geldi. Bir adama cemiyetimiz ile ilgili kısa bir şey söyledim diye beni hücreye atamazsınız. Buna hakkınız yok. Üstelik benim hücreye atıldığımı duyan, beni tanıyan üyelerin size olan güvenleri kırılacaktır. Bu riski göze alabiliyor musunuz?
Drongo: Doğru söylüyorsun. Bize hizmetin paha biçilemez ip cambazı. Seni iplerin üstünden aldım bu makama getirdim. Yaptığın bu davranış en çok bana koydu. Ben bu koltuğu sana bırakacaktım, aptallık etmişim. Senin gibi ip cambazına güç emanet edilmezmiş.
Drongo topluluğu: Atın hücreye bu pis cambazı!
Drongo: Kesin sesinizi!
Cambaz: Duydunuz, lütfen o sesinizi kesin. Tamam, sabredin o atmazsa ben atacağım kendimi söz.
Drongo: Hala dalga peşindesin, pes!
Cambaz: Herkes bir şeylerin peşinde. Sen de güç peşindesin.
Drongo: Ben işe yarar bir şeylerin peşindeyim.
Cambaz: Hayır, neye ihtiyacın varsa onun peşindesin.
Drongo: Ne demek istiyorsun sen?
Cambaz: İnsanları köle yapmak güçlü kişinin harcı değil. Kum tanelerini toplayarak kendine bir kıta kuramazsın yaşlı kuş.
Drongo: Senin dilin pek uzamış bakıyorum
Cambaz: Bunları size önceden söylemem gerekiyordu. Ben artık yalancı bir drongo değilim. Ben dalgacı, aptal bir ip cambazıyım. O dağda kendi sesimi duydum ve kendi korkumun pençesinde olduğumu o dağda anladım.
Drongo: Demek öyle?
Cambaz: Sen benim parçalarımı değiştirmeye kalktın. Beni değiştirmek umuduyla tüm parçalarımı bir köşeye attın ve yenilerini taktın. Bugün ise kendi kurduğum cümlede kendimi buldum. Ruh yine aynı ruh. Ben değişmedim, cambazım ve öyle kalacağım. Ben artık bu cemiyette yokum.
Drongo: Ağzın iyi laf yapıyor. Bundan dolayı sevmiştim seni ama hata kabul etmem. Sen bile olsan ceza cezadır. Karar verilmiştir. Sonsuza kadar uçuruma bakan bir hücrede kalacaksın.
(Drongo’ya zarfla bir haber gelir.)
Drongo: Ne bu saçmalık? Bu kabul edilemez. Ne demek üyeler isyanda.
Cambaz: Bunu ben bile beklemiyordum. Gerçekten isyan mı etmişler.
Drongo: Kes sesini!
Haberci: Efendim, eğer Cambaz’ı hücreye atarsanız bu isyan tüm üyelere sıçrayacak gibi görünüyor.
Drongo: Kim başlatmış bu isyanı?
Haberci: Elinde bir çiçek fotoğrafı ile dolanan bir dağcıymış efendim.
Cambaz: Fotoğrafçı olacak o. Ne biçim habercisin sen? Haberin yarısı yanlış. Biraz özveriyle çalış.
Haberci: Fotoğrafçı olacak efendim.
(Haberci, Cambaz’a kötü bir bakış atar.)
Drongo: Öneriniz nedir?
Drongo Topluluğu: Atın bu pis cambazı hücreye!
Cambaz: Bunların kafa burada değil bence. İsyan var ey topluluk. Salak bunlar ya.
Drongo: Bunları buraya getiren ben de kabahat. Aptal herifler.
Cambaz: Yine de en iyileri bendim. Bunlardan bir şey olmaz. Bence gel sende emekliye ayrıl. Oturalım bahçemizde mis gibi bulmaca çözelim.
Drongo: Eğlen bakalım, eğlen. İstediğin oldu.
Cambaz: Yani onca emeğin karşılığı bir hücre olması saçmaydı. Hem uçurum manzarası sevmiyorum ben.
Drongo: Bu dalgacı pis cambazı hücreye atmıyorum. Bundan böyle drongo ile ilişiği tamamen kesilmiştir. Defol git şimdi.
Cambaz: Oldu o zaman. Ben gidiyorum. Burası havasız bu arada. Bu topluluk ondan böyle. Aç bir yerleri bir oksijen girsin kafalarına.
(Cambaz ayrılır.)
Haberci: Efendim, Cambaz’ın ayrılmasından sonra üye sayımız yarı yarıya azaldı. O fotoğrafçının yanında ona destek verenlerin sayısı çoğalıyor. Aktan, Sevi ve Mahir adındaki üç üyemiz de Ural denilen kişiye destek veriyorlar ve bu sayı gittikçe çoğalıyor.
Drongo: Desene, ip cambazı bizi bitirdi.
Drongo topluluğu: Atın cambazı hücreye!
Drongo: Bunların hepsini hücreye at, kafalarına hava girsin.

DRONGO

Cambaz: Bir ip cambazı kuşların kanadının altında yalandan saklanamazdı elbette. Ben hep doğruyu söyledim. İnsanları bu cemiyete alırken bile her zaman doğruyu söyledim. Ama ne zaman cemiyetten bahsetsem yalana başvurdum. Başka birisine dönüştüm, kötü birisine ama o dağda kendi cümlemin tesiri altında kaldım. Artık sadece bir cambazım ip cambazıyım. Sizler de benim en yakın dostlarımsınız.
Aktan: Karanlık korkusunu yenemedim ama bu dünyada dost bir ışık gibidir. Artık bu aptal cambaz sayesinde yeneceğim. Çünkü bir kedi dostum var ve aptal bir cambaz var.
Sevi: Sevilmemek kötü bir şey ama kimi seveceğime karar verebilecek kadar güçlüyüm. Cambaz sen benim en yakın arkadaşımsın. Severek sevilmeyi öğreneceğim.
Mahir: Bir gezegenden geldiğin doğru değil mi? Aptallığımdan söylemiyorum. Buraya ait olmazsın çünkü. O kitabı okudum ve korkumu yendim. Dostum…
Ural: Dağda karşıma çıkan en tuhaf insansın. Seni sevdim ip cambazı. Bana kaybetmediğim bir şeyi buldurdun. Sende buldun bakıyorum da.
Cambaz: Ben sevilmeyecek insan değilim sonuçta. Cambaz yine bir bilmişlik yapacak size. Bu hayatta size kimse korkuyu öğretmesin çünkü en kolayı budur. Kendinize iyi bakın aptal dostlarım.

Yorumlar